1360 gün kala '100. gün'
New Yorker Dergisi’nin editörü David Remnick, Başkan Donald Trump’ın ilk 100 gününü değerlendirdiği yazısında şu tespitte bulunuyordu: “Trump’ın palyaço görüntüsü ciddi bir tehlikenin üzerini örtüyor. Trump usulü yalancılık şaka değil; bu bir strateji, düşünme kapasitemizi akamete uğratma, gerçeklikten oluşan bir dünyada yaşamamızı zorlaştıran bir yöntem.”
Gene de görünen o ki, en azından kendisine oy veren kitle açısından ilk yüz günde yaşananlar rahatsız edici sayılmıyor. Halbuki Trump’ın izlediği politikalar Amerikan federal devletinin sosyal devlet uygulamalarına ayrılan, çevreyi kollayan, sanat ve edebiyata destek veren unsurlarını parasız bırakarak öldürmeye yönelik. Bu programın başarılı olması halinde ABD daha eşitsiz, daha korumasız, daha sert bir ülke haline de gelecektir.
Dış politikada yapılanların sonuçları bir başka öykü. Burada yapılacak hatalar, düşünmeden verilecek kararların dünya açısından etkileri kalıcı. Remnick’in “sesli düşünen, derinlemesine düşünme becerisi olmayan.. gayrı ciddi, odaklanamayan ve galiba dengesiz” diye tanımladığı Trump, ülkesinin ve dünyanın önündeki önemli stratejik konular hakkında dahi derin bir cehalet içinde göreve başlamıştı.
Görevi devralırken kendisine verilen raporları ve dosyaları okumadığı gibi, bilgilendirme amacıyla yapılan sunumları da pek dinlemediği anlaşılıyor. Obama görevi devrederken halefini en ciddi konularda bilgilendirmek ve meselelerin stratejik çerçevesini anlatmak istediğinde deveye hendek atlatma benzeri bir zorlukla karşılaşmıştı.
Trump’ın dünyası, tüm ülkelerin ABD’nin iyiliğinden ve saflığından yararlandığı, kendi ülkesinin ise bunun bedelini ödediği bir dünya. Bu durumda “Öncelik Amerika” sloganı bu durumun düzeltilmesini amaçlıyor. Ne var ki bu bakış ABD’nin de karşılıklı bağımlılığın esas olduğu bir dünyada yaşadığı, her istediğini hep istediği şekilde yapamayacağı gerçeğini göz ardı ediyor.
Böyle durumlarda hep tanık olunduğu gibi hayatın gerçekleri çok kısa sürede Başkan’ın dünyadan bihaber yaşamaya devam etmesinin ve ağzına geleni, aklına geldiği gibi söylemesini engelledi. Miadı dolmuş olan NATO yeniden kıymete bindi. Kampanyanın en büyük hedeflerinden “dünyanın en kötü ticaret anlaşması NAFTA”dan çıkmanın söz konusu olmadığı kabul edildi. Tayvan ile flörtleşmenin ya da Beyjing’i parasını suni olarak düşük değerli tutuyor diye suçlamanın, kısacası Çin’i taciz etmenin sürdürülemeyeceği, İran’ın aslında nükleer anlaşmanın gereklerini harfiyen yerine getirdiği kabul edildi.
Bu geri adımlarda kabinesine aldığı generallerin, Washington deyişiyle olgun adamların, payı yüksekti. Rusya ile işbirliğinin sınırlarını bunlar çizdiği gibi, İran konusunda da şimdilik daha dikkatli adımlarla yürünmesini bunlar sağladı. Ne var ki generallerin tercih edilmesinin ve Başkan’ın dünyadan bihaber olmasının bir sonucu Dışişleri Bakanlığı’nın siyaseti belirlemede artık pek esamesinin okunmamasıydı.
Aslında Trump’ın dış politika anlayışının en olumlu tarafını oluşturan “gereksiz müdahalelerden kaçınma”, başkalarının işine karışmama, Rusya ile bir şekilde oydaşma içine girme Başkan’ın yetersizlikleri nedeniyle bir kenara atılıyordu. Washington güvenlik seçkinleri Başkan’ı kuşatmada başarılı olmuşlardı. Bu durumda da Rusya, Çin ve İran ile sertleşme hatta çatışma ihtimali de yükselmişti.
Trump’ın bir kararı ise ülkesinin önümüzdeki dönemde dünyanın en önemli gücü olarak kalmasına gölge düşürecek bir adımdı. Geleceğin yükselen bölgesinin Asya, buradaki en önemli gücün de Çin olduğu bilinirken, Trump, Çin dışındaki Asya ve Pasifik ülkeleriyle imzalanan Transpacific Partnership (TPP-Pasifik ötesi Ortaklık) Anlaşması’nı görevdeki ilk gününde iptal etti.
Bu şekilde Çin’i dengeleyecek önemli birçok taraflı anlaşmayı geçersiz kılarken, ülkesinin güvenilirliğini sarstı, imzacıların Çin’in yörüngesine girmelerinin önünü açtı ve ABD’nin Asya’da daha uzun süre etkili bir güç olarak kalmasını tehlikeye soktu. İlk yüz günün bilançosu da bu “ilk gün” sakilliğinden çok farklı değil.