Türkiye-ABD ilişkileri
Yarınki buluşmada, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karşısında Amerikan demokrasisinin kural ve kurumlarını hiçe sayan bir Başkan Trump olacak. Geçen hafta Trump, seçim kampanyasının Rusya ile ne tür ilişkiler içinde olduğunu soruşturan FBI’ın tartışmalı ancak bağımsızlığından kimsenin kuşku duymadığı başkanı James Comey’i görevden aldı.
Şu ana kadar akan bilgilere bakılırsa, normalde sistemi sarsması gereken bu tasarrufa, sadakat isteyen Trump’a, FBI Başkanı’nın “Size sadakat değil ancak dürüstlük vaat edebilirim” demesi yol açtı. Ne var ki, bir başka dönemde başkanın görevden alınmasına kadar gidebilecek türden bir müdahale, Cumhuriyetçi Parti liderliğinin kendi siyasi gündemlerine zarar verebilecek herhangi bir adımı atma niyetleri olmaması nedeniyle geçiştirilecek gibi.
ABD gibi yerleşmiş, kurumları köklü bir demokraside geleneklerin, kuralların, alışkanlıkların bu denli kolayca kulak ardı edilebilmesi, önümüzdeki dönemde yaşanacak meşruiyet krizinin derinliğini göstermesi açısından önemli. Türkiye açısından önemli olan ise Trump’ın kendi kişiliğiyle devlet yönetirken benimsemesi gereken kimlik arasında, herhangi bir ayrıştırmaya gerek görmemesi. Özel olan ile kamusal olanı birleştirmesi, kişisel tepkilerini kamusal kararlar haline getirmesi. Bunun sonucunda ortaya fazlasıyla kaprisli, tutarsız, cehaletinin derinliği ürkütücü bir yönetim tarzının öne çıkması.
Bunlara dikkat edilmesi üç nedenle gerekiyor:
Birincisi, Ankara, Washington’da profesyonel lobi şirketleri tutarak Trump yönetiminin Türkiye politikasını etkilemeye çalışıyor. Amerikan Başkanı’nın iş yapma tarzındaki zaaflardan yararlanılmak istendiğini düşündüren bu tercihin akılcılığı sorgulanmalıdır. Zira konu ulusal güvenlik meseleleri olduğunda Trump henüz, yerleşik düzenin kararlarını ve tercihlerini aşacak, yeni bir çizgiyi şekillendirecek kıvama ya da olgunluğa gelmemiştir.
İkinci olarak bazı analistlerin ilişkilerdeki krizi Obama ve Obama artıklarına bağlaması, ABD’deki cari yönetim krizini es geçmeyi gerektiriyor. Aldıkları para, ellerindeki imkân ve iktidar merkezlerine erişim güçleriyle, dünyada kabul edilen, saygı gören düşünce üretme ve düşüncelerinde bağımsız olma kapasiteleri ters orantılı ekiplerin miyopluğu bir sorundur. Türkiye yöneticilerinin yanlış değerlendirmeler üzerinden siyaset üretmeleri ve geçen hafta yaşandığı gibi Beyaz Saray ziyareti sırasında ya da hemen akabinde tüm ülkenin canını sıkan kararların alınmasına engel olamamaları sonucunu yaratmaktadır.
Üçüncüsü, Türkiye-ABD ilişkilerindeki krizi Obama-Trump farkına ya da Obama’cıların “garezine” yüklemek gayri ciddi olduğu kadar sakıncalıdır da. Öncelikle, Obama’nın ilk döneminde Türkiye’yi nasıl el üstünde tuttuğunu, 2012’de bir soru üzerine dünyada en güvendiği 5 liderden birisinin Türkiye Başbakanı Erdoğan olduğunu söylediğini anımsamak gerekir. Bu durumda Obama’nın ikinci dönemi biterken gerek iki devlet gerekse iki şahsiyet arasındaki ilişkilerin neden bu denli bozulduğunu anlamak için, duygulara değil olgulara ve nesnel analizlere bakmak doğru olacaktır.
Türkiye ile ABD arasındaki, Suriye bağlamında yaşanan krizin arka planında duygular, kötü niyetler, kıskançlıklar değil Ankara’nın izlediği politikalarla Washington’unkilerin uyuşmaması ve tarafların anlaşmazlıklarını çözmelerini sağlayacak bir orta yolu bulamamaları vardır.