Obama'dan Trump'a
Bu yıl, Hıristiyan dünyası içinde Katolik Kilisesi’ne yönelik, Protestanlık mezhebinin kurulmasıyla sonuçlanan, Reform Hareketi adı verilen başkaldırı- nın 500. yıldönümü. Wittenberg Üniversitesi’nde ahlak teolojisi okutan Martin Luther’in 31 Ekim 1517’de Brandenburg Başpiskoposu Albert’e gönderip ardından o günün âdetlerine uygun olarak kilisesinin kapısına çivileyerek astığı 95 tezi, bu isyanı tetiklemişti.
Almanya’nın “egemenlik günü” olan 25 Mayıs’ta, 500. yıl kutlamaları çerçevesinde, eski ABD Başkanı Barack Obama, Berlin’e giderek sabah saatlerinde Brandenburg Kapısı önünde bir konuşma yaptı. Yanında, öğleden sonra Brüksel’e giderek Obama’nın halefi Donald Trump ile NATO zirvesinde görüşüp konuşacak olan Almanya Şansölyesi Angela Merkel vardı.
Bu ikili, Obama döneminde çok yakın bir ilişki kurmuş- tu. Muhtemelen entelektüel olarak da birbirilerini gayet iyi anlıyorlardı. Trump döneminde özgürlükçü bir demokrasi anlayışından yana olanların ABD’yi bırakıp Almanya’ya, daha doğrusu Merkel’e dönmeleri de iki siyasetçinin benzer frekanslarda olduklarını gösteriyor.
BRANDENBURG KAPISI
Obama döneminin kapsamlı ve hakkaniyetli bir değerlendirmesini yapmak için vakit henüz erken. ABD Başkanı olarak Obama çok can alan insansız hava aracı saldırılarına izin verdi, Suriye konusunda tutarsızlıkları oradaki krizin derinleşmesinde rol oynadı, makamının ağırlığını her zaman bihakkın kullanmadı denilebilir. Ancak kimse, sabık başkanın konulara hâkimiyetini, meseleleri ince eleyip sık dokuyarak düşündüğünü, dünya görüşünün hayli çoğulcu olduğunu inkâr edemez.
Nitekim Brandenburg Kapısı önünde yaptığı konuşmada da Obama, yükselen milliyetçilik ve yabancı düşmanlığına atıfta bulunarak, “İnsan haklarını ihlal edecek, demokrasiyi baskı altına alacak, bireysel özgürlükleri kısıtlayacak bu eğilimlere direnmeliyiz, bunları püskürtmeliyiz” dedi. Obama’ya neden bu inandıklarının gereklerini her zaman yerine getirmediği sorusu soruldu ve sorulmaya devam edilecek.
Ne var ki Trump’ın ilk yurtdışı gezisinde ortaya çıkan tabloya bakıldığında gerçekten de Obama’nın dış politikadaki sabır, ihtiyat ve düşünce ağırlığını mumla aramamak mümkün değil. Trump’ın gezisinin son iki ayağı olan Brüksel’deki NATO toplantısı ve Sicilya’nın Taormina kentinde yapılacak G-7 zirvesinin sonuçlarını henüz bilmiyoruz. Suudi Arabistan ve İsrail ziyaretlerinden çıkan mesaj hakkında ise telaşa kapılmak için pek çok neden var.
İslam dinine ve inananlarına bakışı pek de sempatik sayılamayacak danışmanlarından Stephen Miller’in yazdığı metni Suudi Arabistan’da okuyan Trump’ı, önündeki Müslüman devlet adamları ve siyasetçiler dinleyip alkışladı. Bu konuşmada Arap-İslam coğrafyasında övdüğü eserlerin hep İslam öncesi dönemden olduğuna dikkat eden ya da bunu umursayan pek olmadı. Sonuçta paranın her derde deva ve her şeye kadir olduğuna inanan başkanın karşısındaki de sıfatları ne olursa olsun benzer bir bakış açısına sahip kişilerin çoğunlu- ğu teşkil ettiği bir topluluktu.
ÇATIŞMA EKLEDİ
Trump’ın ziyaretleri, askerci (Mısır) ya da İslamcı (Suudi Arabistan) Arap ülkeleriyle İsrail arasında İran düşmanlığı üzerine inşa edilecek bir birlikteliği kotarma çabasıydı. Mucizelere inananlar, herhangi bir siyasi konuda uzun boylu düşünme alışkanlığı olmayan Trump’tan bir İsrail-Filistin barışı da bekleyebilir. Ne var ki Trump, İsrail’in bugüne dek gördüğü en sağcı, en dışlayıcı, en baskıcı hükümete yönelik en ufak bir tepki göstermedi, uygulamalarına tek söz söylemedi. “İşgal bitmeden bu sorun çözülmez” diyemeyen birisinin kutsal topraklara barış getirmesi ancak fantezi dünyasının bir teması olur.
En önemlisi Trump, selefi Obama’nın yapacağı- nın aksine, İran toplumunun kendi sertlik yanlılarına başkaldıran seçim tercihlerini hiç dikkate almayıp, mezhep savaşlarında Vehhabiliğin yanında yer alarak bölgenin zaten kanlı ortamına daha fazla çatışma unsuru eklemiş oldu.