Yürümek
HAYAT gerçekten ince ironilerle dolu. Süleyman Demirel’in, “Yollar yürümekle aşınmaz” sözü yıllarca muhalifleri tarafından kıyasıya eleştirilmişti. Bu lafın bir duyarsızlık yansıttığına, bu duyarsızlığın Demirel’in demokrasiye inanmamasından kaynaklandığına inanılırdı. Ya da eleştiri bu çizgiden yapılırdı.
Şimdi, CHP Genel Başkanı’nın adalet yürüyüşü desteklenirken en çok başvurulan söz, bu kez benzer çevrelerce çok daha farklı anlam yüklenen Demirel’in aynı sözü. 1960’lar, siyasetteki etkisi yüksek ve her an darbe yapması ihtimali olan ordunun toplumsal hareketlilikten hiç hazzetmediği, yürüyüş, miting, grev gibi hareketleri tehlike olarak gördüğü yıllardı. Toplumsal hareketlilik karşısında ne yapacağını tam bilmeyen dönemin Adalet Partisi iktidarını da sürekli baskı altında tutardı. AP içindeki muhafazakâr kesim zaten baskıcıydı, kindardı. O ortamda ve koşullarda Demirel ender yaptığı bir şekilde gerçekten demokrat daha doğrusu liberal bir tavır alıyordu.
Kontrol edilemeyene tahammül buraların yöneticilerinin pek benimsedikleri bir davranış değildir doğrusu. Zamanında Demirel’i eleştiren solcuların da siyasi hakların kullanılmasında ne ölçüde özgürlükçü olacakları sorgulanabilirdi gerçi. Sağ ve sol siyaset, farklı lügatlere dayansalar da davranış ve yaklaşım kalıbı olarak hep otoriterdi. Yalnızca, solda parçalanma istidadı çok ama çok daha yüksekti. Kimbilir, belki de daha çok okumuşlara yaslandığından, onlarda da egolar daha şişkin olduğundandı bu durum. Gene de 1970’lerin CHP’si o zamanların adil düzen arayan toplumsal hareketliliğine bir cevap vermeye çabalamıştı.
Sezin Öney, teyzesi Sevgi Soysal’ın “Yürümek” romanından dolayı yargılanmasının hikâyesini anlattığı yazısında olguyu şöyle değerlendirir: “Türkiye’de ‘Yürümek’, ‘sokakta olmak’ oldum olası sakıncalı bulundu. Tabii, ‘yürüyenine’ de bağlı bir durumdu bu; tankların yürümesi sakıncalı olmadı-tepeden tırnağa silah kuşanmış emniyet görevlileri, mafyöz kişilere de sokak serbestti; Ankara’da iktidar sahibi olanların sokağa çıkmaya, yürümeye teşvik ettikleri kesimler, kitleler ile ilgili de bir sakınca görülmedi. ‘Yürümek’ var, yürütülmek var Türkiye’de neticede... 1970’lerin başında, bir genç kadının kaleminden çıkmış ‘Yürümek’ romanı, çağrıştırdığı tüm özgürlükçü imgelerden olsa gerek, birkaç beden büyük geldi Ankara erkânına.”
ADALET VE ÖZGÜRLÜK HAREKETİ YARATMAK
1970’lerin başından bu yana çeşitli gelgitler, bu durumun gevşediği, kötüleştiği, artık bitti o günler denilen dönemler yaşandı. Şimdilerde, yürümek yine bir özgürlük arayışına tekabül ettiğinden ancak müsamahaya mazhar olanların yapabildikleri bir eylem haline geldi. Kemal Kılıçdaroğlu’nun “adalet” peşinde başlattığı yürüyüş bu nedenle adaletin yanı sıra özgürlüğün de peşinden gidilen bir eylem diye görülmeli.
Bağırma, çağırma olmadan, sessizliğin ve mesajın kendisinin gücüne dayanarak yapıldığı için de sürdükçe güçlenebilecek, güçlendikçe de toplumda daha geniş yankı bulacaktır. Kılıçdaroğlu ve partisi, Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu ve özellikle modern kentli kesimi giderek daha fazla soluksuz bırakan, adaletin çöktüğü durumun sorumlularındandır. Siyasi ufuklarının darlığı, strateji üretmedeki beceriksizlikleri, toplumun geçirdiği değişime ve özgürlük arayışına uygun bir proje üretememeleri vahim bir siyasi boşluk doğurdu. 7 Haziran seçimi ve 16 Nisan referandumu sonrasındaki basiretsizlikleri siyaset literatürüne geçecek boyuttaydı.
Ne var ki bu kez, cesur, değerli ve gerekli bir hamleyi yapma becerisini gösterdiler. Bundan sonrasını iyi planlamaları, 1930’lu yıllardan kalma takıntılarını aşmaları ve yürüyüşün en azından ruhunu Edirne’ye taşıyıp, geniş bir adalet ve özgürlük hareketi yaratmaları halinde siyasette önemli bir değişikliğin de önünü açabilirler.
Ama tabii önce bu yürüyüşün selametle tamamlanması ve her merhalede toplumdan biraz daha fazla destek alabildiğinin görülmesi gerekecektir. Bu yürüyüş aslında umuda doğrudur.