Bayrama girerken Şark-ül Avsat
Bayram arifesinde Ortadoğu’nun hali çok parlak gözükmüyor. ABD’nin İran’a karşı tutumunu giderek sertleştirmesi, bunun sonucunda giderek eski muhafazakâr dış politikasından vazgeçen Suudi Arabistan’ın saldırganlığının artması, genelde sakin kalan Körfez bölgesinde de harareti yükseltti.
Tam anlamıyla bir insanlık faciası halinde süregelen Yemen savaşının müsebbibi ve başarısız saldırganı Suudi Arabistan. Yaşanan felaket karşısında ne Arap dünyasının ne de Müslüman çoğunluklu ülkelerin ses çıkarabiliyor oluşu ise bu bayram döneminde daha da hazin bir tablo ortaya çıkarıyor. Yemenlilerin dramı daha çok uzun süreceğe benzer.
Tahran ile Körfez bölgesi ve genel anlamıyla Ortadoğu’da bir hegemonya yarışına çıkan ve muhtemelen bunu kazanabilecek durumda da olmayan Suudi Arabistan’da Kral Selman’ın küçük oğlu Muhammed bin Selman veliaht ilan edildi. Uzun zamandır elindeki gücü pekiştiren genç prens, rivayete göre Katar’a yönelik, Birleşik Arap Emirlikleri’nce de desteklenen saldırgan siyasetin de mimarı.
Suud sultası altına girmek istemeyen ve dış politikası Riyad’ınkiyle çelişen Katar’a yönelik sert bir dışlama kampanyası sürdüren Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Mısır, dün Katar Emiri’ne bir talep listesi de gönderdi. Türkiye’nin Katar’daki üssünü kapatması talebini de içeren, Katar’ın egemenlik haklarını hiçe sayan bu talep listesinin Doha’daki rejim tarafından hemen kabul edilmesi söz konusu olmaz.
Arabuluculuk yapan ve şikâyetçi ülkelerden somut taleplerini açıklamalarını isteyen ABD Dışişleri Bakanı’nın durumu kontrol edemediği anlaşılıyor. Bu durumda Körfez’deki sarsıntı, sonu belirsiz bir şekilde daha bir müddet sürecektir.
Suriye’de ise ABD’nin giderek IŞİD sonrası düzende İran’ın etkisini kırma sevdasına kapılması, Rusya’nın tepkisi, yeni çatışmalar ihtimalini ya da alan hâkimiyetinde kıran kırana bir rekabeti beraberinde getirecektir.
Bu parlak olmayan durumun Türkiye’yi pek çok açıdan ilgilendirdiğine kuşku yok. Ankara’nın bölgede yaygınlaşan istikrarsızlığın yatıştırılmasında oynayabileceği bir rol elbette olacaktır. Ancak umulur ki, alışık olmadığımız türden gelişmeler birbiri ardına gelirken özellikle son 5-6 yılda yapılan hatalardan ders alınır. Bu hataların yalnızca gerçekçi bir stratejik yaklaşım benimseyememek ve aynı alanda at koşturanların hesaplarını doğru anlamamakla sınırlı kalmadığını da akılda tutmak gerekir.
KÜSTAH TALEPLER
Yukarıdakilerin yanı sıra krizlere yaklaşım, bunların yönetilmesi, Türkiye’nin konumlandırılmasında diplomatik adaba ve dile dikkat etmek gibi teknik konularda da geçmişten farklı bir tutum benimsemekte yarar vardır. ABD’nin Suriye savaşına tam anlamıyla taraf olduğu, İran ile çatışması ihtimalinin yükseldiği, Rusya ile uçuş koordinasyonunun askıya alındığı bir dönemde özellikle ihtiyatlı davranmak Türkiye açısından doğru olacaktır.
Bu bağlamda Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın bir sahur sohbetinde söyledikleri, Ankara’nın krizin başındaki aceleci ve fazla atak tavrından vazgeçmeye başladığını düşündürüyor. Kalın’a göre Türkiye, Cumhurbaşkanlığı düzeyinde gerek Suudi Kralı’yla gerekse Katar Emiri ile temaslarını sürdürüyor. Dünkü gazetelerde Kalın’ın, “Şimdi Katar tarafına Kuveyt üzerinden bir liste ulaştırılacak” dediği yazılıydı. Belli ki arabuluculuk çabalarından bir sonuç çıkması umuluyordu.
Ne var ki dörtlünün hayli iddialı ve küstah talepler listesinin ikinci maddesi, “Türkiye’nin yeni kurulan üssünü kapatın; Türkiye ile Katar topraklarında askeri işbirliğini durdurun” talebini içeriyor. Kısacası dörtlü, Katar’a “Suyumu bulandırıyorsun” mesajı veriyor. Yani krizin ancak Katar teslim olursa biteceği söylenmiş oluyor.
Teröre destek suçlamasının Suudi Arabistan tarafından yapılmasındaki ironiyi bir yana bırakmak mümkün değilse de somut durum bu. Türkiye açısından, bu krizden tarafların tümüyle iyi ilişkileri muhafaza ederek ya da İslam kardeşliğine atıfta bulunarak çıkmak giderek güçleşiyor. Bu durumun dayattığı yeni ve yaratıcı diplomasi hamlelerini düşünmeye başlamak gerekecektir.