Musul'da DEAŞ sonrası
Irak ordusu dün IŞİD lideri Ebubekir el-Bağdadi’nin halifeliği ilan ettiği, geçen hafta ise bombalayarak yıktığı tarihi El Nuri Camii’ni ele geçirdi. Musul’un tümünün alınması belli ki çok kısa sürede tamamlanır. Rakka’da ise tahmin edilenden daha hızlı şekilde IŞİD’e yönelik savaş başarı elde ediyor. Bazı tahminlere göre şehrin IŞİD’den alınması haftalarla ölçülecek bir zaman içinde gerçekleşebilir.
Örgütün halifelik iddiaları elindeki toprağı kaybetmesinden sonra artık bir anlam ifade etmeyecektir. Bu deney, başlatanlar açısından hüsranla sonuçlanmıştır. Suriye ve Irak’la bağlantısı olan tüm devletlerin ortak hedefi haline geldikten sonra zaten başka türlü bir son beklenmesi de söz konusu değildi. Ne var ki IŞİD savaşçıları buhar olmayacaklar, kırsala gidecekler, başka gruplarla birleşecekler ve en iyi bildikleri işi yapmayı da sürdüreceklerdir. Düzen kuracak güçte devlet yapıları ortaya çıkmadıkça da çatışmalar sürecektir. O nedenle bundan sonraki mesele, iki çökmüş devlet haline gelen, fiilen parçalanmış ve yeni bir toplumsal mutabakat sağlayacak kapasiteleri kalmayan Irak ve Suriye’nin ne şekilde yönetilecekleri.
Bu ülkelerdeki birbirine yabancılaşmış, düşmanlaşmış toplulukların ne şekilde aynı toprakları paylaşmaya devam edecekleri belli değil. Bölgedeki, giderek şiddetlenen İran-Suudi Arabistan rekabeti de makul bir zeminin oluşmasına engel oluyor. O nedenle savaş sonrası siyasi çözümü gerçekleştirecek siyasi mekanizmalar ortada yok. Herkes kendi bölgesini kollamaya çalışıyor. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık referandumu kararı, atılan adımlardan birisi.
Gerçi bu ülkelerin toprak bütünlüğünün bozulmasını ya da resmi sınırlarının değişmesini şimdilik kimse istemiyor. En başta bölgedeki ülkelerin hemen tümü sonunun nasıl geleceği belli olmayan bir gelişmeye karşı çıkacaktır. Büyük güçlerinse Türkiye’deki genel inancın aksine kendi iradelerini bu diyarlara aynen kabul ettirme kapasiteleri de öyle pek yüksek değil. Ancak, Trump döneminde İran düşmanlığı depreşen ABD’nin Suriye politikası sanki orada kalıcı bir varlık bulundurmak istiyormuşçasına evriliyor.
ZEMİN ÇOK KAYGAN
Suriye’de ABD ile Rusya-Esad rejimi-İran arasında son zamanlarda yaşanan gerginlik, örgütün terk ettiği toprakları kimin ele geçireceğiyle ilgili. Obama döneminde IŞİD’in işi bitirildikten sonra Suriye’den çekilmesi beklenen ABD, Trump döneminde İran’a yönelik hasmane politikası gereği Tahran’ın, Lübnan’a karadan erişimini bloke etmeye çalışıyor. Bu nedenle emekli diplomat Aydın Selcen’in hatırlattığı üzere, “Suriye uçağını düşürdükten sonra ABD, Şam’ın Fırat havzasında IŞİD’le mücadele etmesinden ve Irak sınırını denetim altına almasından hoşnut olacağını açıkladı”. Gerçi yönetimin tutarsızlıkları da bitmediğinden analizler biraz buz üzerine yazı yazmaya da benziyor.
Aklı başında kimsenin tam olarak ne yapmak istediğini anlayamadığı Trump yönetimi, sahadaki komutanlara bildikleri gibi davranma yetkisini vererek tırmanmaların tehlikeli boyutlara sıçramasının önünü açtı. Bir Suriye uçağını ve İran insansız hava aracını düşürdükten sonra Trump yönetimi Şam’ın yeniden kimyasal silah kullanma niyetinde olduğunu iddia etti. Bu arada Amerikalı gazeteci Seymour Hersh, Alman gazetesi Die Welt için yazdığı yazıda 7 Nisan’da ABD’nin 49 Tomahawk füzesini Şeyrat Üssü’ne yağdırmasına yol açan Han Şeyhun’a yönelik kimyasal saldırının gerçekleşmediğini iddia etti.
Bölgede zemin çok kaygan. Herkeste kaygı uyandıran İran’ın gücünün artması bile bölgedeki devletleri ortak bir zeminde buluşturmaya yetmiyor. Körfez’deki Katar krizi biraz da bu nedenle çıktı ve kısa sürede halledileceğinin garantisi yok. Bu arada halen Suriye’de iki bin kilometrekarelik bir alanı askeriyle kontrol eden Türkiye’nin hemen her zeminde farklı ve birbiriyle çelişik görünen ittifakları veya saf tutmaları var. Bu kargaşada tutarlı bir stratejik bakış ve temkinli bir dış politika tavrı ise yok.