Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dani Rodrik, Project Syndicate sitesindeki aylık yazısında (https://www.project-syndicate.org/commentary/g20-misguided-globalism-by-dani-rodrik-2017-07) dün başlayan G-20 Liderler Zirvesi’ni konu etmiş. G-20 bilindiği gibi 1997’de patlayan Asya krizinin ardından kurulmuştu. Sabık Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel, Türkiye’nin bu kuruluşa dahil edilmesinde yıllar içinde kurulmuş ve üzerinde itinayla durulmuş kurumsal ve kişisel ilişkilerin çok büyük payı olduğunu anlatırdı.

        Zenginler kulübü olan G-7 (Rusya’nın katıldığı dönemlerde G-8) 2008 kriziyle küresel ekonomik liderlik meşruiyetini ve iddialarını yitirince G-20 hazır bir kurum olarak ortadaydı. Rodrik’in saptadığı iki kuruluş nedeninden birinin çok anlamlı hale geldiği kriz ortamında G-20’den beklenen, bir bakıma sistemin tümden çökmesini engellemesiydi. G-20’nin kuruluş nedenlerinden birincisi, yani Rodrik’in anlamlı ve önemli bulduğu, “gelişen ve yükselmekte olan piyasa ekonomilerinden Brezilya, Hindistan, Endonezya, Güney Afrika ve Çin’in artık küresel yönetişimden dışlanamayacak kadar önem taşımalarıydı”.

        İkinci ve Rodrik’e göre “daha az yararlı fikirse dünya ekonomisinin bastıran sorunlarını çözmek için küresel ölçekte giderek artan bir işbirliği ve eşgüdüme ihtiyaç duyulduğuydu”. Rodrik, iklim değişikliği ve salgın hastalıklarla mücadele gibi konularda işbirliğinin şart olduğundan şüphe duymasa da iş uluslararası ticaret, korumacılık, muhtemelen sermaye akışları gibi konulara geldiğinde G-20’den bir şey beklemenin anlamlı olmadığı kanısında.

        Kanımca, G-20 paniklemiş bir dünyada o an için hazırda bulunan, tutunulacak bir daldı. Krizin bastırılması için gerekli güven duygusunun sağlanmasında bir rol oynadı. Sonuçta dünya ekonomisinin yüzde 85’ini ve ticaretinin yüzde 75’ini temsil eden ülkeler bir araya gelerek ortak kararlar alıyorlardı. Ancak kriz asıl gelişmiş ülke merkez bankalarının sürekli para basması ve Çin’in kamu yatırımı ve inşaata dayalı büyümesi sayesinde yumuşadıkça bu işlevini de büyük ölçüde yitirdi.

        Yükselişe geçtikleri için sözlerine değer verilmesi gereken ülkelerden Brezilya, Güney Afrika, şimdilerde Endonezya sorunlarla boğuşmaktan feleklerini şaşırmış halde. Hindistan’ın başarısının ne kadar süreceği belli değil ama elbette bu ülkelerin seslerini duyuracakları bir platformun varlığı kendi başına önem taşıyor. Ama Hamburg’daki zirveden, daha önceki zirvelerde de olduğu gibi, dünyaya yeni rota çizmesini beklemek anlamlı değil.

        HANGİ TRUMP?

        Bu toplantının asıl siyasi niteliği ağır basıyor. Avrupa’da ikilik yaratmak için zirve öncesi ziyaretini AB içinde gittikçe baskı altında kalan Polonya’ya yapan ABD Başkanı Trump’ın bu forumda ilk görücüye çıkışı Hamburg. 1 ay önceki NATO ve G-7 zirvelerinde Batı ittifakını pek umursamadığı mesajını veren Trump, Polonya’da, ülkesinin NATO’nun 5. maddesine bağlılığını nihayet dile getirdi. Ancak, tutarsızlığı ve öngörülemezliği kendince stratejik bir araç olarak değerlendiren Trump’ın bu ilişkiye çok emek vermesi beklenmiyor. İşin ilginç tarafı, Trump’ın tavrı, tarzı ve tercihleri Amerikan dış politikasının temel hedefi olan ABD’nin uluslararası sistemdeki öncü rolüne de zarar veriyor.

        Bu durumun da katkısıyla asıl anlamlı ve önemli buluşmalar Rusya Devlet Başkanı Putin ve Çin Devlet Başkanı Cinping ile yapılacak olanlar. Trump, Washington dış politika seçkinlerinin tüm baskısına rağmen Rusya ile çatışmacı bir çizgiye gelmekten kaçınıyor. Putin’in asıl derdi, tek kutuplu dünyayı iyice dağıtıp Rusya’nın eşit bir güç olarak küresel siyasetin şekillendiricilerinden olması. Bir bakıma 19. yüzyılın Avrupa düzenini canlandırma özlemi. Trump Batı ittifakını zayıflattıkça Rusya da bu amacına erişecek gibi gözüküyor. Bu aşamada, eğer Dışişleri Bakanı Tillerson’un önerdiği gibi Trump Suriye dosyasını tümüyle Rusya’ya havale edecek olursa bu yolda mesafe kat edilmiş olacak.

        Savaş tehlikesi anlamında en mühim mesele olan Kuzey Kore konusunda ise Çin’in sertleşen politikasıyla birlikte ABD’nin Pyongyang’daki rejimle bir şekilde müzakereye razı olması gerekecek. Trump bu konuda daha önceleri Kim Jong-un ile görüşebileceğini söylemişti. Polonya’da ise “Kuzey Kore çok tehlikeli şekilde davranıyor. Benim elimde ise üzerinde düşündüğüm çok şiddetli şeyler var” dedi. Bakalım zirveden hangi Trump çıkacak?

        Diğer Yazılar