Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ORTA sınıfların siyasi tutumunun ne olacağı aslında belirsizdir. Genel anlamıyla orta sınıfların ya da burjuvazinin (ki bunlar ikisi aynı anlama da gelmez ama kesişirler) varlığı demokratik bir rejim için önkoşul sayılır. Ne var ki, orta sınıflar tarihsel olarak faşizmin de kitlesel desteğini sağlamıştır. Yani orta sınıflara tek tip bir toplumsal veya siyasal işlev ve aidiyet addetmenin pek doğru olmayacağının altını çizmek gerekiyor.

        Faşizmi destekleyen orta sınıfların bu tavrının en güçlü nedenlerinden biri sınıfsal konumlarını veya gelirlerini/servetlerini ya da statülerini kaybetmek korkusudur. O korkuyu yaşayanlar kitlesel olarak kendilerini koruyacaklarına inandıklarının arkasına dizilirler. Onlara kullanılacak dili verecek düşünürler, kendilerine yarayacak bir toplumsal akımı destekleyecek zenginler mutlaka vardır. Korku aklı bozar. Sonunda herkesin felaketine yol açacak, ortalığın şiddetle kavrulmasının yolunu açacak, bireysel hak ve özgürlüklerin canına okuyacak rejimlerin önü de böyle açılır.

        Şimdilerde dünyada bir orta sınıf patlaması yaşanıyor. İktisatçı Homi Kharas’a göre bugün dünyada 3.2 milyar kişi, çok geniş bir şekilde tanımlanmış, “günde 11 ila 110 dolar arası gelire sahip”leri içeren orta sınıf tanımlamasına uyuyor. Bu rakam dünya nüfusunun yüzde 42’sine denk geliyor. Her yıl bu gruba 160 milyon kişi katılıyor. 2020’li yıllarda dünya nüfusunun çoğunluğunu orta sınıflar teşkil edecek. Önümüzdeki 5-6 yıl içinde orta sınıfa katılacak yaklaşık 1 milyar kişinin yüzde 88’i ise Asya ülkelerinde yaşayacak.

        Bu gelişmenin devrimsel nitelikte olduğuna kuşku yok. Gelişmekte olan ülkelerde tüketim her yıl yüzde 6 oranında büyüyor. Orta sınıfların gelişmiş ülke nüfuslarının tüketim kalıplarını benimsemelerinin çevre ve kaynaklar üzerinde yarattığı büyük baskıyı bir tarafa bırakacak olursanız, müthiş bir altüst oluş söz konusu. Ülkeler arasındaki eşitsizliklerin azalması yani gelişmekte olan ülkelerin sanayileşerek zenginleşmeleri gelişmiş ülkelerdeki orta sınıflar üzerinde ağır bir baskı oluşturdu. Gelişmiş ülkeler orta sınıfları, kaybedilen işler, sabit kalan veya düşen gelirler, teknoloji nedeniyle daralan iş imkânları sonucunda aşırı sağda sesini bulan isyan dalgalarına destek verdi.

        Gelişmekte olan ülkelerde alıştıkları hayat standartlarının gerisine düşen ve giderek gelecekten korkan orta sınıfların isyanında ve kendilerine yalan vaatlerde bulunan faşizan akımlara destek vermelerinde şaşılacak bir taraf yok. Asıl şaşırtıcı gelişme, yükselen ekonomilere sahip ülkelerde de orta sınıfların giderek huzursuzlaşması ve hoşnutsuzluğunu artan bir şiddetle ortaya dökmesi.

        Venezüella’nın eski Maliye Bakanı Moises Naim’in Atlantic Monthly Dergisi’nde yazdığı gibi, “Orta sınıfların genişlediği yerlerde beklentileri ve talepleri de arttı. Teknolojik bağlantıları güçlü, daha yüksek satın alma güçleri, daha iyi eğitimleri, daha fazla bilgileri ve haklarıyla ilgili daha yüksek farkındalıkları olan yeni toplumsal oyuncular genelde kaynakları ve kurumsal kapasiteleri yetersiz kalan devletlerin üzerinde müthiş bir baskı kuruyorlar”. Çin gibi yüksek büyüme mucizeleri yaratmış bir ülke bile bu baskılardan azade değil.

        Gene Naim’in yazdığı gibi, “Daha iyi eğitilmiş ve bilgi sahibi insanları kontrol etmek zordur. Hallerinden memnuniyetsizlik duymaları ihtimali de daha yüksektir. Şehirleşme, göç, artan eşitsizlik hatta yolsuzluk, otorite, hiyerarşik ilişkilerle bağlantılı kültürel beklentiler” bu dinamiklere katkıda bulunuyor.

        Ezcümle, dünya yalnızca uluslararası sistemdeki güç kaymaları nedeniyle kabuk değiştirmiyor; ülkeler ve toplumlar da sancılı bir altüst oluş içinde. Bugünkü kıyıcı ve şiddet düşkünü otoriterlikler bu altüst oluştaki arayışların ilk sonuçları sayılabilir. Ne var ki, son durak olmayacakları, popülist otoriterliğin ilelebet payidar kalamayacağı, başta değindiğim orta sınıfların iki zıt özelliğine bakarak umulabilir.

        Diğer Yazılar