Almanya'da kritik seçim
Leipzig-MÜNİH
ALMANYA’daki seçim kampanyasının sıkıcı ve gündemin can alıcı maddelerinin üzerinde pek durulmayan bir şekilde geçmesi bu seçimlerin önemini azaltmıyor. Zira pek çok bakımdan bu seçimlerden sonra Almanya’nın değişmesi, yeni şartlara uyum sağlaması, kendi içindeki dinamiklere farklı şekilde yaklaşması gerekecek. Bir bakıma kampanyaya hâkim olan durgunluk, seçimden sonrası için beklenen değişikliklerin, muhtemel sarsıntıların ürkütücü bulunmasından kaynaklanıyor.
Bu seçimlere damgasını vuran iki duygu var. Birincisi korku. Neredeyse tam istihdamı yakalamış, önemli merkezlerinde zenginliğin ve refahın insanın rüzgâr gibi yüzüne çarptığı nüfusu da hızla yaşlanan bu ülkede, eldekilerin kaybedilmesinden çok korkuluyor. Bu duygudan da mülteci ya da göçmen korkusuna kolayca geçilebiliyor.
İkinci baskın duygu ise güven. Bu güven bir ölçüde hâlâ partileri işlevsel kalmayı başarmış siyasi sisteme dair. İngiltere’de, Fransa’da, İtalya’da yaşanan klasik/merkez partilerin çöküş hikâyesi henüz yok Almanya’da. Ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan beri ilk kez Federal Meclis’e aşırı sağcı, güçlü ırkçı ve antisemit damarı olan bir parti, AfD (Almanya için Alternatif) girecek.
Güven duygusunun asıl kaynağı Şansölye Merkel. Partisine duyulan güven, verilen destek yüzde 30’lardayken Merkel’inki yüzde 70’lerde seyrediyor. Almanların ezici bir çoğunluğu bu seçimi de kazandıktan sonra rekor süreyle başbakanlık yapmış olacak Merkel’in “idare”sinden memnun. Bir Alman analistin dediği gibi, “Almanlar çok belirsiz bir dünya görüyorlar ve bu fırtınanın ortasında kaptanı değiştirmek istemiyorlar.” Ne var ki Almanya’nın ve AB’nin sorunları “idare etmek”ten öteye bir yaklaşım gerektiriyor. Bu nedenle kampanyanın sıkıcılığı, hayli kutuplaştırıcı konuların enine boyuna konuşulmaması seçim sonrasında kurulacak hükümetin hangi konularda ne ölçüde seçmen desteğine sahip olduğu meselesini askıda bırakabilir.
SPD İKTİDARDA ERİDİ
Seçimlerden sonra hükümet kurulması kolay olmayacağa benzer. Sosyal demokratların güneş altında kalmış kar gibi erimeleri, bir ara ümit vaat eden Martin Schulz’un fena halde yaya kalması bu partiyi fevkalade zor durumda bırakıyor. İki dönemdir Merkel’in Hıristiyan Demokratlarıyla koalisyon ortaklığı yapan SPD iktidarda eridi. Bu kez de hükümete girerse erimesi sürecek. Ancak hükümete girmediği takdirde de solundaki Die Linke ile aşırı sağcı partilerin arasında sıkışıp kalacak ve gene eriyecek.
Merkel’in diğer seçenekleri yeniden Meclis’e girecekleri anlaşılan Hür Demokratlarla, eğer sandalye sayısı yetmezse Camayka koalisyonu denen, Yeşillerin de dahil olacağı üçlü koalisyonu deneyebilir. Buradaki güçlüğü, Münih’teki çok etkili ve tecrübeli bir sağcı siyasetçinin üzerine basarak söylediği gibi muhafazakâr taban Yeşillerle işbirliğine karşı. Geriye bu seçimin en önemli çıkışını yapacak olan ancak kimsenin koalisyon kurmak istemeyeceği AfD kalıyor. AfD kamuoyu yoklamalarında iki yıl önceki mülteci krizinin ardından yükselmiş ancak gerek ırkçılığının dozu, gerekse içindeki bölünmeler nedeniyle irtifa kaybetmişti. Gene de yüzde 14’lük kararsızların nereye yöneleceğine bağlı olarak AfD’nin yüzde 10-12 arası bir destek ve 50 kadar milletvekiliyle Bundestag’a gireceği düşünülüyor. AB’ye karşı olan AfD’nin gücü, genelde tahmin edildiği gibi yalnızca eski Doğu Almanya eyaletleri veya işsiz, yoksul kesimle sınırlı değil. Hatta Financial Times Gazetesi’ne göre AfD seçmeni ortalamaya göre daha eğitimli, geliri de daha yüksek. Beni en çok şaşırtan, Almanya doğumlu bir Türk sivil toplumcudan AfD seçmenleri arasında Türkiye kökenlilerin yüzde 5’inin de bulunduğunu öğrenmekti.
AfD’nin Bundestag’daki varlığı Almanya’nın göçmen konusuna, Alman vatandaşlığının nasıl tanımlandığına ve çok korktukları Afrika’dan akacak insan/mülteci seli sorununa nasıl yaklaşacağına dair hayli sert tartışmaları başlatacaktır. Ekonomisini 19. yüzyıl mühendisliğinin harikalarından dijital dünyaya nasıl taşıyacağı meselesiyle birlikte Almanya’nın önündeki en önemli ve toplumu sarsabilecek iç politika meselesi de bu olacaktır.