Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Leipzig-Münih

        LEIPZIG kenti, 1989 Kasım’ında Berlin Duvarı’nın yıkılmasına yol açan gelişmelerde kritik bir rol oynamıştı. 9 Ekim’de bu kentte yapılan büyük yürüyüş, komünist Doğu Alman rejiminin sonunun geldiğini göstermişti. Protestan kilisesi muhalefetin örgütlenmesinde merkezi bir rol oynamış, Leipzig’liler de sonunda “Artık yeter” diyerek sokağa dökülmüştü.

        Doğu Almanya’nın tüm belli başlı şehirleri gibi Leipzig de iki Almanya’nın birleşmesinin ardından en iyi yetişmiş insanlarını kaybetmiş, nüfusu azalmış, ekonomik açıdan gerilemişti. 38 yıl sonra Leipzig yeniden eski günlerine dönebileceğini düşündüren bir dinamizm içinde. Mezunları arasında Merkel’in, Nietzsche’nin, Goethe’nin bulunduğu, 1409 yılında kurulmuş bir üniversitesi de olan şehir, tarihinden gelen bir güçle olsa gerek kendi krizini geride bırakmış gibi.

        PEGIDA adlı ırkçı hareketin doğduğu, yine Dresden gibi Leipzig’de işsizlik azalmış, işler büyüdükçe nitelikli bir nüfus da şehre akıyor. Gerçi kentin yoksulluk ve uyuşturucu sorunu var. Önümüzdeki dönemde şehirlerin iktisadi açıdan ülkelerden daha fazla önem taşıyacağı düşünüldüğünde bu kentin gelecekte etkili bir rol oynayacağını söylemek mümkün. Ne var ki artan refah, geride bırakılan sıkıntılar Doğu Almanya’nın genelinde hissedilen hoşnutsuzluğu yok etmeye yetmemiş. Doğu Almanların önemli bir kesimi, 3 Ekim 1990’daki birleşmenin modelinin entegrasyondan çok sömürgeleştirme mantığıyla yapıldığına inanıyor. Onların modelinden değer taşıyan hiçbir unsur yeni Almanya’nın harcına katılmadığı için şikâyetçiler.

        Doğu Almanlardaki bu tepki aslında Almanya ile diğer AB üyesi ülkeler arasındaki ilişkilere de damgasını vurabilecek güçte. Her güçlendiğinde kıta Avrupa’sına hâkim olmaya kalkan ve özellikle Nazi döneminde tarifsiz acılara sebep olan Almanya’nın bugünkü güçlü hali ve Avrupa siyaseti üzerindeki hâkimiyeti pek çok başkentte rahatsızlık yaratıyor. Bu tepkide bir ölçüde haksızlık var. Ekonomik gücün sağladığı ezici üstünlük bir yana bırakıldığı takdirde Almanya, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra büyük ölçüde pasifist, kendi güvenliğini ABD’ye emanet eden bir tutum benimsedi.

        Siyasi ve stratejik olarak ön plana çıkmaktan da itinayla kaçındı. Kendi tarihiyle hatırı sayılır bir hesaplaşma yaşadığı ve bu tarihten çıkardığı derslerden ürken Alman seçkinlerinin stratejik ihtirasları yok. Ancak olayların akışı, iktisadi gücü Almanya’yı ister istemez siyasi liderlik üstlenmeye de zorluyor. Yönetici sınıf bundan ne kadar kaçmaya çalışırsa çalışsın nesnel durum bu. Biraz da bu nedenle Trump ABD’sinden gelen mesajlara rağmen Merkel ve diğerleri Atlantikötesi ilişkileri muhafaza etmekten yana. Bunun eski formatta sürmeyeceğini bilmelerine rağmen de savunma ve güvenlik konularında atmaları gerekecek adımları atmaktan sakınıyorlar.

        Almanya, Çin ile birlikte küreselleşen ekonomiden en çok yararlanan ülke oldu. Merkantilist ekonomi anlayışı ve üstün mühendislik ürünleriyle dünyanın en yüksek ticaret fazlasını veriyor. Bu nedenle de ABD’den yükselen korumacılık çağrılarından çok rahatsız. Ama Alman ekonomisinin daha derin bir sorunu da var. Dijitalleşmede fena halde yaya kalmış durumda. Şimdilerde özellikle Münih ve çevresinde yeni teknolojiler alanında öne çıkmaya çalışan şirketler kurulmaya başlanmış. Yeni bir ekonomik sentezin yaratılıp yaratılamayacağı genç nesil iş insanlarının ve onların temsilcisi Hür Demokratlar’ın en başta gelen gündem maddelerinden.

        Almanya’nın bu konuda vereceği karar aynı zamanda AB ekonomisi için bugüne dek inatla sürdürdüğü tutumundan vazgeçip vazgeçmeyeceği sorusuyla da iç içe. Alman seçimlerinin ardından Şansölye Merkel’in, istese de istemese de yeni bir Avrupa tanımlaması için kolları sıvaması gerekecek. O, koalisyonunu kurana dek Fransa’da Macron’un başarılı olup olmayacağı da belirginlik kazanır.

        Brexit’e artık bir oldubitti gibi bakan ve pek müsamahakâr da davranmayacağı anlaşılan Berlin, bir yandan merkezinde Eurozone bulunan bir ekonomik modeli Paris ile inşa etmeye çalışırken, dış politikada da Atlantik bağlarının gevşediği bir ortamda tercihler yapmak zorunda kalacak.

        Diğer Yazılar