Cumhuriyet'in zorlu yolculuğu
BİRAZ tarih okuyanlar, savaşın ardından verilen ve Cumhuriyet’in kurulmasına kadar giden mücadelenin de hayli zorlu olduğunu bilir. Lozan Konferansı’nın evrelerine, müzakerelerdeki çekişmeye bakmak bile bunu anlamak için yeter. Kuruluştan sonrası daha az netameli sayılmaz.
Yeni Cumhuriyet’in kendisine uygun gördüğü hedeflere ulaşması için de çok uğraşması, uluslararası sistemde kendisini egemen bir oyuncu olarak kabul ettirebilmesi gerekecektir. İçeride ise bir taraftan yeni kurulan devleti işleyen bir mekanizma haline getirmek, diğer yandan bitkin, karmaşık ve heterojen bir topluluktan bir ulus yaratmak çabasına girişilecektir. Ülkenin yetişmiş insan gücü savaşlar, tehcir, kıyımlar ve mübadele sonucunda erimiş gitmiştir.
İşlerin yeniden düzen girmesi çok uzun zaman alacaktır. Anadolu’nun nitelikli insanlarını kaybetmiş bölgeleri ve şehirleri, hayli uzun zaman bellerini doğrultamayacaktır. Bunun da ötesinde yeni Cumhuriyet’in toprakları içinde kalan bölgelerin hemen hepsinin doğal ekonomik ilişki alanları sınırın dışında kalmıştır. Kuşkusuz bu durum da bazı bölgelerin ekonomik çöküntüsüne veya kendilerini toparlayamamalarına yol açmıştır. Bir iç pazar oluşturmak, hem bu nedenle hem de ulaşım ve iletişim imkânlarındaki düşüklükten dolayı yokuş yukarı bir çaba gerektirecektir.
MODERN VATANDAŞLAR
Şeyh Sait isyanı, ülkedeki etnik çoğulculuğu kabullenen eşit vatandaşlığa dayalı bir toplum kurulmasını engelleyecektir. Azınlıklara duyulan öfke, kuşkuculuk ve yeni seçkinlerin etnik milliyetçiliği nedeniyle laiklik ilkesi tüm din ve mezheplere eşit uzaklıkta kalma şeklinde uygulanmayacaktır. Gene de yeni devletin yönetiminin ve idari felsefesinin dini temelli olmaması, laiklik idealinin korunması, Cumhuriyet’in eğitim sisteminin işleyişine, Cumhuriyet vatandaşlarının şekillenmesine olumlu bir katkı yapmıştır. Cumhuriyet bu şekilde modern vatandaşlar da yetiştirmiştir.
Bu yapılanlar dünyadaki diğer ulus kurma projeleriyle karşılaştırıldığında ortada şaşılacak bir durum da yoktur. Ulus-devlet kurma projeleri, toplumu tektipleştirme projeleridir ve şiddet gerektirirler. Hem ulusun şekillenmesi hem de devletin merkezi otoritesinin kabul ettirilmesi için uygulanan kurucu şiddet, Cumhuriyet’in ilk dönemlerine damgasını vurmuştur. Cumhuriyet’in eleştirilecek tarafı, yönetici seçkinlerinin kuruluşun özel şartlarına göre oluşturulmuş yapıları, vatandaşları arasında din ve mezhebe yahut etnik aidiyete göre yapılan ayrımcılığı bu dönem sürdükten sonra da devam ettirmeleridir.
KURUCU SEÇKİNLER
Ne Soğuk Savaş döneminde üyesi olunduğu iddia edilen “hür dünya”nın normlarına uygun bir demokrasi anlayışı geliştirilmiş ne de diğer demokratik ülkelerdeki ayrımcılık, tektipçilik, dinsel olanın tahakkümü yavaş yavaş tasfiye edilirken buna koşut ayarlamalar burada yapılmıştır. Sınıfsal kökenleri gereği çoğu, kurucu seçkinlerin ve onların yetiştirdiği kuşakların zihniyet evreninden olan solcularsa, başından itibaren devlet tarafından baskı altına alınmış, üzerlerine neredeyse sınırsız bir hınç ve öfkeyle gidilmiştir.
Solu ezme çabasında yalnız kalmamak ve uyguladığı şiddete meşruiyet kazandırmak için de devlet çok erken zamanlardan itibaren İslamcı/aşırı milliyetçi/muhafazakâr akımlarla işbirliği yapmış, onları kollamıştır. 12 Eylül döneminde Silahlı Kuvvetler, Atatürkçülük adına ülkenin resmi ideolojisini Türk-İslam sentezi olarak tanımlamış, kurucunun mirasına aykırı hareket etmiştir. Soğuk Savaş bittikten sonra artık iyice arkaik kalan bu değişmeme inadı, sonunda sistemin çökmesine yol açmıştır.
Ama bu arada, Cumhuriyet’in temel ilkelerine, daha farklı bir yorumla sahip çıkmayı giderek daha iyi öğrenen toplumsal kesimler de yetişmiştir. Bugünkü yeni Cumhuriyet kurma sevdasının uygulamaları, bu temel ilkelerin öneminin ve değerinin giderek daha geniş kitle tarafından da anlaşılmasını sağlıyor. Tam da bu nedenle, yaşayan tüm siyasetçileri silip süpüren siyasi dalga Atatürk’ü bir siyasi simge olarak arka plana itemedi.