Osman
BİR sınıf büyüğümdü ama çok genç gösterirdi. Hâlâ da öyledir. Peter Handke’nin, Yeşim Ternar ile birlikte oynadığı Kaspar piyesinde sahnedeki halini bugün gibi hatırlarım. İlginç bir adamdı. Hep de öyle kaldı. Hayatını çok farklı şekilde kurgulayabilirdi. Pek çoklarının yaptığı gibi solculuktan gençlik hevesini aldıktan sonra para kazanmaya odaklanabilir, kendisi ve çevresindekiler dışında kimseyi umursamadan, yaşadığı ülkedeki eşitsizlikler, çirkinlikler, haksızlıklar umurunda olmadan ömrünü sürdürebilirdi.
Öyle yapmadı. Bir yandan erken vefat eden babasın+dan kalan işlerle ilgilenirken diğer yandan da kendi ideallerine uygun bulduğu konularda sivil toplum örgütlenmelerine destek verdi. Kendisi de kişisel olarak pek çok alanda ülkenin daha yaşanılır bir yer haline gelmesi için çaba gösterdi. Ne serveti, ne konumu nedeniyle kimseye tepeden baktığı, bilerek kötülük yaptığı, haset gösterdiği, gösteriş peşinde koştuğu olmadı. Onu iyi tanıyanlardan, hakkında kötü konuşana da pek rastlanmadı.
Bugün kendisine saldıran çevreler de dahil olmak üzere hemen herkesle bir fikir alışverişinde olmayı seçti. “Hiçbir iyilik cezasız kalmamalı” şiarının mutlaka hayata geçirildiği bir ülkede, anlaşılması zor bir iş yaparak parasını, zamanını, emeğini, iyi niyetini barış ve insanca yaşama doğrultusunda kullandı. Ülkedeki zayıf iletişim bağlantılarını güçlendirmeyi, Anadolu’da kültürel, insani, sanatsal çoraklıktan bunalmış yerlere biraz hayat ışığını, umudu götürmeyi kendine iş edindi. Suriyeli mültecilerin eğitimine, insan gibi yaşayabilmelerine katkıda bulunmaya çalıştı.
Elbette toplumun çok farklı kesimleriyle işi oldu. Kürt meselesinde barışçı bir çözümü arzuladı. Dün şehit olan askerlerin ve onlar yaşındakilerin yaşamalarını, hayattan kâm almalarını herhalde pek çok şeyden daha fazla istedi. Her analizi doğru, her görüşü oturaklı, her tercihi dört dörtlük müydü? Muhtemelen değildi. Ama hayatta hep tam isabet yaptığını iddia edecek kaç kişi vardır acaba? Her ne işe soyunduysa; darbe yapmak, anayasayı ilga etmeye çalışmak, hükümeti devirmek bunlar arasında değildi. Hakkındaki tutuklama kararını okuyunca isyan etmemek bundan dolayı zor.
Dönemin Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan Yardımcısı’nın toplumsal bir isyan hadisesi diye gördüğü ve öyle yaklaşılmasını salık verdiği, dönemin Başbakan’ının meseleyi anlamak için saatlerce İstanbul’dan gelen temsilcilerle konuştuğu, ülkenin 80 ilinde benzerleri yaşanmış Gezi olaylarını örgütlemiş olabileceğini kim nasıl düşünüp yazabildi, sıradan faniler açışından anlaması zor. Şu sırada hapiste olan diğerleri gibi o da istese yurtdışına gidebilirdi. Gitmedi.
Osman Kavala’nın tutuklanması, Türkiye ile Batı dünyası arasındaki bilek güreşinin bir yeni merhalesini teşkil ediyor herhalde. Başbakan Yıldırım’ın Washington’a, ABD ile ilişkilerde kopuşa kadar gidebilecek gerilimleri halletmek üzere yola çıkmasının arifesinde bu tutuklama, kalın dosyaya eklenecek maddelerden birisi olacak. Türkiye FETÖ’cüleri geri almaya çalışır, sığınma talep edenlerin iadesini ısrarla isterken meramını anlatamamasının önemli nedenlerinden biri de bu: Anlaşılması zor, vicdanları rencide edecek karakter suikastları ve temelsiz iddialarla dolu kimseyi ikna edemeyen tutuklamalar...
Tıpkı dönemin simge davası sayılacak Cumhuriyet davası gibi bu tutuklama da yeni bir dönüm noktasıdır ve hayra alamet değildir. Daha da üzücü olanı, toplumun genelinin, Kavala’nın hayatına bir şekilde değdiği insanların bir kısmının, mensubu olduğu iş dünyasının kulakları sağır eden sessizliğidir.
Hani kuzuların sessizliği denilen türden.