Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YARIN, 20. yüzyılın tarihini en çok etkileyen olaylardan birisinin 100’üncü yıldönümü. 1917 yılının şubat ayında uzun bir tarihin ve Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı koşullar nedeniyle Çarlık rejimi çöktü. Beceriksiz ve zavallı karakterli Çar 2. Nikola tahtı terk etmeye zorlandı ve iktidara liberallerle Sosyal Devrimcilerin birlikteliğindeki bir “geçici hükümet geldi”. Ne var ki geçici hükümetin iktidar tekeli yoktu. 1905 devrimi sırasında, daha sonra Bolşevik Devrimi’nin de önde gelenlerinden olacak Lev Trostkiy’in kurguladığı işçi ve köylü Sovyetler’i/Şûralar’ı ile iktidarı paylaşmak zorunda kalacaklardı.

        Geçici hükümet, tüm devrimci rejimlerin karşı karşıya kaldığı bir sorunla cebelleşti. Açlığa, savaşın zorluklarına ve yıkıma karşı isyan ederek kendilerini iktidara getiren halkın birbiriyle çelişen beklentilerini ve arzularını tatmin etmeleri zordu. Prens Lvov ve sonradan başa geçen Alexander Kerensky, aslında barış zamanında yapılsa sarsıntı yaratacak reformları gerçekleştirdi. Seçme hakkını genelleştirdi, ifade, basın ve inanç özgürlüğünü kabul etti, Rus imparatorluğundaki azınlık milletlerin taleplerine cevap vermeye çalıştı. Ne var ki anlaşılması zor şekilde halktan gelen asıl taleplere cevap vermedi. Bunlar, toprak, ekmek ve barıştı. Özellikle de barış. Barışın gelmemesi yani Rusya’nın savaştan çekilmemesi birkaç ay içinde orduyu tamamen isyan haline getirecek, bundan yararlanan Bolşevikler de iktidarı ele geçirecekti.

        Rusya’yı zayıflatmak amacıyla Almanların vagonları kilitli bir trende Petrograd’a gönderdikleri Bolşevik lider Lenin, Rusya’ya vardığında şimdilik burjuva devrimiyle yetinilmesi gerektiğini söylese de olayların akışı sonucunda iktidarın ele geçirilebileceğine karar vermişti.

        Bolşeviklerin Lenin’in ısrarıyla kışlık sarayı basmaları, yönetime el koymaları, Bolşeviklerin ya da Lenin’in radikalizmini tam kavramayan Sosyal Devrimcilerin Rus meclisi Duma’yı Bolşevikleri protesto etmek amacıyla terk etmeleri, tarihin akışını değiştirdi. Bu devrimin/ darbenin ardından çıkan iç savaşın “Kızılların” zaferiyle bitmesiyle, dünya tarihindeki ilk komünist rejim deneyi de başlamış oldu.

        Yıllar boyunca sosyalistler arasında Sovyet rejimin kan dökücülüğünün faturasının kime çıkarılması gerektiği tartışıldı. “Lenin ölmese olaylar farklı gelişir miydi? Stalin’in gaddarlığının yol açtığı insani felaket engellenebilir miydi? diye soruldu. Soğuk Savaş bittikten ve Sovyetler dağıldıktan sonra açılan arşivler, Lenin yönetiminde çok da farklı bir tarih yaşanmayacağını gösteriyor.

        Sonradan Stalin tarafından öldürülecek ve bu nedenle de hep daha sempatik bulunacak olan Lev Troçki’nin askeri dehası ve acımasızlığıyla iç savaşı “Kızıllar”ın kazanmasının ardından, Lenin 1921’de Komintern toplantısında şunları söyleyecektir: “Biz özgürlük veya demokrasi sözü vermiyoruz.” Kronstadt’da ayaklanan denizciler için “Onlara en ufak şekilde merhamet gösterilmeyecek” demiş ve gerçekten de meşru taleplere dayanan başkaldırıyı vahşice bastırmıştı.

        Sovyetler Birliği’nin ne ölçüde Marxist ilkelere bağlı bir sosyalizm deneyimi, ne ölçüde tepeden inmeci, ekonomik kalkınmacı bir alternatif modernleşme modeli olduğu hâlâ tartışılır. Kesin olan, Sovyetler deneyiminin ne eşitlik ne de özgürlük alanlarında sosyalizme gönül vermiş olanların tasavvurlarına, özlemlerine uygun bir rejim kuramadığıydı. Rejime düşman büyük güçlerin varlığı, bitap düşmüş, işçi sınıfının büyük bir bölümünü savaşlarda kaybetmiş, fakir, sanayisiz bir ülkede kalkınma ve sosyalizmin birlikte ele alınması, belki de kaçınılmaz sonucu vermişti: Sosyalizm kitle şiddetine yaslanmak ve toplumu tümüyle dönüştürmek zorundaydı. Bu bağlamda en amansız zulümler bile, vaat edilen cenneti yaratmak için ahlaken gerekli adımlar olarak değerlendirildi. Rus modernleşmesi, çok ağır bir bedel karşılıği gerçekleşti.

        Gene de Sovyetler Birliği’nin varlığı, alternatif bir modernleşme modelinin görünen başarısı, hem uluslararası sistemde hem de kapitalist dünyada önemli ve yararlı bir denge unsurunun varlığı anlamına da geldi. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki refah devleti uygulamaları, Sovyetlerin hem rejim hem de süper güç olarak varlığına karşı bir sigorta olarak geliştirildi.

        Amerikalı gazeteci John Reed’in kitabına verdiği başlıkla “Dünyayı Sarsan On Gün”ün 100’üncü yıldönümünün en ironik tarafı ise ne Şubat ne de Ekim devrimlerinin (Gregoryen takvime göre 7 Kasım’a gelen tarih Rusların o zaman kullandığı takvime göre 25 Ekim’de gerçekleşmişti) Putin Rusya’sında adamakıllı kutlanmamasıdır.

        Konuyla ilgili bilgilendirici ve yararlı bir derleme için Birikim Dergisi’nin son sayısına bakabilirsiniz.

        Diğer Yazılar