Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YILLAR önceydi. Ortadoğu’nun bitmek tükenmek bilmeyen dertlerinden biriyle ilgili olarak bir şekilde telefon numarasına ulaştığım Fred Halliday’i aramıştım. Tanışmıyorduk. Kendisini bir kez yüksek lisansımı yaptığım okulda dinlemiştim. “Kriz hilali” diye nitelenen, Afganistan’dan Yemen’e kadar uzanan bölge hakkında yazdığı kitap üzerine konuşmuştu. Çok etkileyici ve çok aksi bulmuştum. Tanımadığı birisinden gelen telefona cevap vereceğini düşünmemiştim.

        Sonradan dost da olduğum Fred telefona çıktı. Kendisine sorduğum sorulara emsalsiz bir cömertlikle, hem bilgisini hem de hayli kıymetli olması gereken zamanını paylaşarak cevaplar verdi. Konuşmanın bir yerinde, daha sonra konumuza yakışan içki sofralarında nedenlerini bana daha etraflıca anlatacağı bir değerlendirme yaptı. “Yaşlandıkça, Atatürk’ün 20. yüzyılın en önemli liderlerinden birisi olduğunu düşünüyorum” dedi. Marksist’ti. Arapça, Farsça bilirdi, Türkçe anlardı. Türkçe’ye de çevrilen kitaplarının kalitesinden ve bilgeliğinden anlaşılacağı gibi (ki birisinin başlığı “İslam ve çatışma miti” idi) bölgeyi en iyi kavrayanlardandı. Sözünün anlamı bana göre hayli derindi.

        Gerçekten de 20. yüzyıl tarihi, tıpkı başka dönemlerin tarihi gibi günümüzdeki gelişmelerin ışığında yeniden değerlendiriliyor ve değerlendirilecek. Türkiye’deki genel anlayışın aksine tarih kalıplaşmış bir gerçeklik değil, hayli dinamik. Onu anlamak, bize sunduğu dersleri kavramak için geçen zaman içinde hem araçlar zenginleşiyor hem de eklenen belgelerle, gelişen bakış açılarıyla, edinilen deneyimle geçmiş çok boyutlu olarak tahlil edilebiliyor. Tabii bunu yapabilmek için kişileri putlaştırmamak, tarihi dondurmamak, ideolojik veya siyasi okumaya nesnel gerçekliği ve tarih biliminin araçlarını kurban etmemek gerekiyor.

        Tarihsel şahsiyetler sadece tek boyutlarıyla anlaşılacak ya da sınıflandırılacak karakterler değildir. O nedenle güçlü tarafları ile zaafları, inançları ile yaptıkları, kendilerini adadıkları davaların ya da projelerin, gerçekleştirilmelerindeki olumlu ve olumsuz taraflarıyla bir kül halinde anlaşılmaları gerekir. Zaaflar, hatalar, proje uygulanırken gelecekte yargılanacak olumsuz hatta günahkâr eylemler bilançonun içinde yer alır ama son kanaati değiştirmez.

        LAİKLİĞİ SAHİPLENMEK

        Bu bakımdan Fred’in söylediği gibi ölümünden 79 sene sonra Mustafa Kemal’e bakarken 20. yüzyılın tarihe mal olmuş en önde gelen şahsiyetlerinden birisi olduğunu teslim etmek zor değil. Ancak bu ülkedeki kalıplaşmış yargıların ötesinde bir değerlendirmeye ihtiyacı olduğuna da şüphe yok. Bana göre Atatürk’ün en önemli iki özelliği, gerçekçiliği ve radikalliğiydi. Ne gerçekçiliğinin ne de radikalliğinin kendisinden sonra gelip onun adına siyaset üretenlerce anlaşıldığından emin değilim.

        Atatürk hakkındaki en dolgun ve kapsamlı biyografiyi yazmış olan Andrew Mango kitabının bir yerinde şöyle yazar: “Atatürk halkının pozitif, laik bilgiden yoksun bırakıldığına inanırdı. Bu cehaleti yok etmeye çalıştı... Onunla içerideki hasımları arasındaki en büyük fark Atatürk’ün dış dünyadan korkmamasıydı. Onun milliyetçiliği dışa yönelikti; diğerlerininki ise içe dönüktü. Onların aksine kendi halkının geri kalmışlığıyla ilgili gerçekçi değerlendirmesini aynı halkın bunu aşabileceğine dair mutlak inancıyla birleştirebilmişti.”

        Şu sıralarda asıl öne çıkması gereken unsur ise herhalde Atatürk dönemi projesinin radikalliği olmalı. Proje kadar o projenin öncüsünün de saplantıların, gelenekselliğin, imge yoksunluğunun ortalığa hâkim olduğu bir ülkede yerleşik alışkanlıkları sarsacak bir cesaretle radikal tavırlar koyması, kararlar alabilmesi idi önemli olan. Bugün, onun adına ve mirasına sahip çıkmak isteyenlerin, geçmişte onun adına ve mirasına atıfta bulunarak projeye, projenin asli hedeflerine, radikalliğine ihanet edenlerin aksine örnek almaları gereken de bu tutum olmalıdır.

        Bugünün dünyasında bu radikallik, aydınlanma değerlerine ve adamakıllı bir laikliğe toplum olarak sahici bir şekilde sahip çıkmaktan geçiyor.

        Diğer Yazılar