Genç Prens'in hayalleri
GERÇEKÜSTÜ gelişmeler yaşanıyor Ortadoğu’da. Hemen her şey akışkan. Belirsizlikler had safhada. Alışılmış kalıplar içinde gelişmeleri değerlendirmek bir nebze mümkün ancak işlerin nereye varacağını kestirmek o kadar kolay değil. Suudi Arabistan’daki hayli radikal adımların ardından bölgede her türlü senaryoya açık bir ortam şekillendi.
Türkiye’nin bu gelişmelerden çok etkileneceğine, muhtemelen de olumsuz etkileneceğine kuşku yok. Yaşanabilecekler karşısında alışıldık kalıpların dışına çıkarak siyaset belirleme gereği giderek daha fazla hissediliyor. Bunun gerektirdiği arayışın temel verisi ise ne müttefik ABD’nin ne de yeni “stratejik ortak adayı” Rusya’nın Suriye’nin geleceği hakkında Ankara’nın taleplerine açık olmadıkları, kaygılarını veya gelecekle ilgili vizyonunu paylaşmadıkları. Soçi’de yapılan zirveden çıkan sonuçlardan birisi de herhalde buydu.
Suudi Arabistan’da 4 Kasım günü geniş kapsamlı bir darbe gerçekleştirildi. Daha doğrusu veliaht Prens Muhammed bin Nayef’in kuzeni Muhammed bin Selman (MbS) lehine veliahtlıktan feragat etmesiyle başlayan iktidar merkezileşmesi sürecinde yeni bir merhale geçildi. Suud Krallığı’nda modernleşme yönünde ilk köklü adımlar 50 küsur sene önce Kral Faysal tarafından atılmıştı. Ancak Suud Krallığı ailenin farklı kanatlarının devletin farklı işlerini yönetmede tekel sahibi oldukları bir yönetim biçimiyle yönetilmişti. Modern bir devlet kurmanın, ekonomik gelişmenin yaratacağı tepkilerin, krallığın atlattığı badirelerin bu düzenlemeyle kontrol altında tutulacağı öngörülmüştü.
Bugün yaşlı ve akli melekeleri yerinde olmayan bir kral görüntüsü veren Selman sistemin işleyişindeki en kilit kişilerden birisi ve ağabeyi Faysal’ın bir suikasta kurban gitmesinden sonra muhtemelen en etkili şahsiyetiydi. Uzun yıllar Riyad Valisi olarak görev yapan Selman hem ailenin tüm girdisine çıktısına hâkimdi hem de bu bilginin verdiği güçle aile disiplinini sağlayabiliyordu. Bu bağlamda genç prensin, babasının tam desteğini arkasına alarak yaptığı hamlelerin yalnızca kendi ihtirasının gündeme getirdiği bir planın unsurları olmadığını ailedeki tartışmaları yansıttığını da söylemek mümkün.
MbS devletin özellikle güvenlik alanındaki tüm kurumlarına hâkim olduktan sonra kendi programını istediği gibi uygulamaya da koyacaktır. Henüz, yaptıkları nedeniyle kendisine karşı bir muhalefet cephesinin oluşup oluşmadığı belli değil. Ama böyle bir cephenin içinde yer alması beklenecek, silahlı güçler üzerinde de hâkimiyetleri olan aile fertleri, işadamları, geçmiş devirlerin önemli, kudretli, etkili şahsiyetleri lüks Ritz-Carlton Oteli’nde “mahpuslar”. İnsana okurken komik gelse bile “yolsuzluk” nedeniyle de muhtemelen yargılanacaklar.
Suudi Arabistan bu şekilde gücün giderek merkezileştiği, yeni yönetici kadroların Kraliyet Ailesi dışından devşirileceği (bugünkü Dışişleri Bakanı Adil el Cubeyr gibi) modern devlet özelliklerinin ağır basacağı bir modele geçiş yapıyor. MbS başarılı olduysa kısa sürede babasının yerine geçecektir. Petrol gelirlerinin tebaanın rüşveti olan harcamaları karşılamaya yetmediği bir dönemde verimsiz, asalak, eğitimsiz ve çok genç bir nüfusa iş bulmak, Vehabi hiyerarşisinin gücünü azaltmak, aşiretlerin özerkliğini zapt-ü rapt altına almak gibi zor işleri başarmak zorunda.
Başkan Trump’ın neredeyse koşulsuz desteğine sahip. Bu destek nedeniyle içeride kendisini sağlama alması kolaylaşabilir. Ancak bölge ve dünya açısından sorun yaratacak boyut dış politikadaki maceracılığı olacaktır. Gençlik cüretkârlığıyla bölgeyi ateşe atacak bir savaşı fitilleyebilir. MbS’nin iktidarını konsolide etmesiyle Lübnan Başbakanı Hariri’yi istifaya zorlayarak rehin alması, gücünü çok artırdığına inandığı İran’a yönelik sertleşecek politikaların ve püskürtme hamlelerinin habercisi sayılmalıdır.
Bölge yeni bir savaş sarmalına girme tehlikesiyle karşı karşıyadır.