Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        2 gün önce yapılan Soçi Zirvesi’nin ardından Suriye’deki kâbusun önemli ölçüde geride bırakıldığına dair bir görüş ya da duygu tüm mahfillerce paylaşılmış gözüküyor. Gerçi daha İdlib ve oradaki binlerce Cihatçı militanın akibeti belli olmuş değil. ABD ile Rusya arasında Vietnam’da açıklanan ortak bildirinin arka planında aralarında nasıl bir mutabakat oluştuğu da netleşmedi. “Çatışma sonrası düzen nasıl kurulacak?”, “Yeniden yapılanmanın parasını kim verecek?” gibi sorular da orta yerde duruyor.

        Kesinlik kazanmış tek sonuç, 2015 yılının eylül sonunda Suriye’ye müdahale ederek dermanı kalmamış Esad rejimini çökmekten kurtaran Rusya’nın barışın inşasında da en ön planda yer aldığıdır. Bu durumda çok uzun zamandan beri kendisine yakın bölgelerdeki krizlerin çözümünde mutlaka fikrinin alınması ve katkısının aranmasını isteyen Moskova sonuç alabildiğini de göstermiştir.

        Bugüne dek yalnızca askeri ağırlığıyla oyunu belirlediğinden şikâyet edilen Rusya’nın bu sonuca varmak için diplomasinin tüm inceliklerine dikkat ederek, ilgili tüm taraflarla diyalog kurarak ve hepsinden önemlisi Birleşmiş Milletler kararlarına sürekli atıfta bulunarak çalışması da kayda değerdir. Rusya, başından beri Esad rejimini parasal olarak destekleyen, Devrim Muhafızları, Hizbullah ve çevre ülkelerden topladığı Şii milislerle askeri açıdan da rejime arka çıkan İran ile birlikte ana hedefine de tartışmasız şekilde ulaşmıştır.

        Bu hedef, zorba Esad rejiminin Suriye devletinin meşru hükümeti olarak kalması, meşruiyetinin akan onca kana rağmen homurdanarak da olsa kabul edilmesi ve çözüm sürecinin başlıca siyasi oyuncusu konumunu muhafaza etmesidir. Her ne kadar barışın ardından atılacak adımların niteliği toplanacak Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’nde belirlenecek ise de Esad rejiminin elindeki gücü mümkün olduğunca muhafaza edeceği de aşikârdır.

        Gerçi yaşanan onca çatışmadan, yüz binlerce insanın ölümüne yol açan vahşi bir savaştan sonra Şam’daki merkezi otoritenin elinde matah bir güç kaldığını söylemek de mümkün değildir. Esad savaş boyunca yaslandığı, çoğu hâkim oldukları bölgelerde savaş ağası haline gelmiş güçleri zapturapt altına almakta da güçlük yaşayacaktır.

        Muhtemelen nihai çözüm geldiğinde Suriye’nin daha az merkeziyetçi bir sisteme geçmesi gerekecektir. Böyle bir geçişin yapılmaması halinde ülkenin yönetilebilmesi de hele bir kısım Sünni nüfusun memnuniyetsizliğinin devam ettiği, IŞİD’in sahadan tam çekilmediği göz önünde bulundurulursa hayli zor olacaktır. Türkiye’nin bu noktaya dikkat etmesi pozisyonunu belirlerken mutlaka gerekecektir.

        Baas rejimlerinin esneklikleriyle ya da iktidar paylaşımına sıcak bakan tavırlarıyla bilinen rejimler olmadıklarını da burada kayda geçmek gerekir.

        Acımasız bir savaşta hayatlarından olan, evlerini barklarını yitiren, belki de kendilerine yeni bir hayat kurma imkânları kalmayan sıradan Suriyeliler dışında bu savaşın kaybedenleri, Esad’ı devirmek isteyen ve muhalif gruplara destek veren ülkelerdir. Bu bakımdan Ankara’nın barış kuranlar arasına katılabilmesi savaşın başındaki hedefinden vazgeçmesiyle mümkün olmuştur. Bir noktada, en azından bu konferans toplandığında Suriye rejimiyle aynı masaya oturulacaktır.

        Bundan sonra kalan en büyük pürüz ise PYD/YPG meselesidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Suriye’nin siyasi birliği ve toprak bütünlüğüyle ülkemizin milli güvenliğine kasteden terörist unsurların süreçten dışlanması, Türkiye olarak önceliklerimiz arasında yer almaya devam edecektir. Milli güvenliğimize kasteden bir terör örgütüyle aynı çatı altında olmamızı, aynı platformda yer almamızı bizden kimse beklememelidir” diyerek, örgütün toplanacak konferansa katılmasına itiraz ettiğini kayda geçirdi. Buna karşılık Kremlin Basın Sözcüsü Dmitriy Peskov da “Kremlin, Türk ortaklarımızın ulusal güvenliğine tehdit oluşturduğunu düşündüğü güçlerle ilgili belirli çekincelerini biliyor. Fakat bu çalışmaların yapılamayacağı anlamına gelmiyor” dedi.

        Bu durumda Suriye’de çözüme gidilirken Türkiye’nin önündeki en önemli meselenin, ortaklarını PYD’nin temsiline izin vermemeye ikna etmek olduğu anlaşılmaktadır. Bu konudaki görüş ayrılığının sürece engel olup olmayacağı da önümüzdeki günlerde anlaşılacaktır.

        Diğer Yazılar