Kudüs'ten Rusya-Türkiye ilişkisine
BUGÜN İslam Konferansı Örgütü toplanıyor. Gündeminde elbette Kudüs meselesi var. Buradan çıkacak olan bildirinin tonu, örgüt üyelerinin konu hakkındaki ortak iradesini ortaya koyacağı için içeriği kadar üslubu da önem taşıyacak. Türkiye ve İran’ın çok sert bir bildiriden yana olacaklarına kuşku yok. Suudi Arabistan’ın başını çektiği kanadın nasıl bir tavır sergileyeceği hem bildirinin niteliği açısından hem de örgütün böylesine anlamlı bir konuda ne ölçüde birlik gösterebileceği açısından önem taşıyor.
Bu arada bir kez daha başkanlığa aday olacağını açıklayan Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin neredeyse şeref turları sayılabilecek ziyaretlerini sürdürüyor. Aynı gün içinde Suriye, Mısır ve Türkiye’yi ziyaret eden Putin, dosta düşmana “Buralar benden sorulur” mesajını da verdi. Suriye’de daha önce de söyleyip vazgeçtiği gibi Rus birliklerinin artık bu ülkeden çekileceklerini açıkladı. Bu açıklamayla bir taraftan “savaşta pişmiş uluslararası teröristlere karşı” ordusunun zaferini kutlarken diğer yandan Suriye’nin siyasi geleceğinde birinci derecede söz sahibi olduğunu da ilan ediyordu.
Şu sırada Suriye sorununda ilgili tüm taraflarla diyalog içindeki tek ülke Rusya. 2014 yılından beri IŞİD ile savaşa 14 milyar dolar harcamış olan ve sahada YPG ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri’ni eğiten 2000 de askeri bulunan ABD, sonuçta Beşar Esad’ın en azından 2021 yılına kadar iktidarda kalacağına rıza göstermiş durumda. Putin’in turunun ikinci durağı da Doğu Akdeniz dengeleri ve ABD’nin Ortadoğu’daki genel konumu açısından dikkat çekiciydi.
ABD’nin her yıl yaklaşık 1.5 milyar dolarlık askeri yardım yaptığı Mısır’da Putin bu ülkenin ilk nükleer santralını, üstelik kredi de vererek inşa etme anlaşması için ilk adımı attığı gibi, Kahire’ye S-400 füzeleri de satmayı taahhüt etti. Bu durumda Doğu Akdeniz’de Suriye ve birkaç aydır ilgisinin arttığı Libya’nın ardından Mısır ile de yakınlaşarak bu bölgedeki varlığını iyice pekiştirmeye başladığını söylemek mümkün. Bir bakıma Soğuk Savaş yıllarının Sovyet yanlısı ittifak blokuna yakın bir görüntü ortaya çıkıyor.
O dönemden önemli bir fark, Putin Rusya’sının Suudi Arabistan’la ilişkilerini düzeltirken İsrail’le de hayli sıcak ilişkiler içinde olması. İsrail Başbakanı Netanyahu neredeyse “çat kapı” denecek şekilde Rusya’ya gidebildiği gibi, Suriye içinde Hizbullah veya İran mevzilerini bombaladığında Moskova’dan herhangi bir itirazla karşılaşmıyor. Nisan ayında Moskova tarafından yapılan, “Doğu Kudüs Filistin devletinin başkenti olacaksa biz de Batı Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanırız” açıklamasını da bu bağlamda okumak gerekir.
Moskova’nın çok yönlü diplomasisinde Türkiye’nin önemli bir rolü var. New Yorker Dergisi’nde Robin Wright’ın yazdığı gibi “Diplomatik açıdan Washington, barış sürecine hâkim olan güçlü Rusya, İran, Türkiye üçlüsü tarafından marjinalize edildi”. Ne var ki Suriye’de başından beri Esad’ın destekçisi olan ilk iki ülkeyle Türkiye’nin konumu tam olarak aynı değil. Rusya, ABD’den farklı bir şekilde de olsa PYD/ YPG’yi kolluyor.
Hatırlanacağı gibi Astana’da yapılan ilk toplantıda Rusya, Kürtler için özerklik öneren bir Anayasa taslağını gündeme getirmiş ancak Türkiye bunu kabul edilmez bulmuştu. Bu yaklaşım ve geçtiğimiz hafta bir Rus generalinin, YPG komutanlarından biriyle Rus ve PYD bayrakları önünde çekilmiş olan fotoğrafı, Ankara ve Moskova’nın bu konuda aslında birbirlerine ne kadar uzak olduklarını da gösteriyor.
Gene de Türkiye’nin PYD’nin barış görüşmelerine taraf olmasına yönelik muhalefeti Suriye Ulusal Diyalog Kongresi’ni mutlaka toplamak isteyen Putin’in PYD dışı Kürtlerin temsiline razı olması ihtimalini güçlendiriyor. Bu durumda Anayasa taslağının hâlâ gündemde olup olmadığını görmek gerekir.
Türkiye, eğer çıkarlarını korumak istiyorsa, kendi pozisyonlarında ısrar ederken Suriye meselesindeki ortaklarının hesaplarını daha gerçekçi değerlendirmeye ve bölgedeki genel bağlama dikkat etmeye çalışmalıdır.
*************
Musevi okurların Hanuka Bayramı’nı kutlarım.