Trump ve akıldaneleri
BAŞKAN Trump’ın ABD Büyükelçiliği’ni Kudüs’e taşıma kararı, beklendiği gibi büyük tepki yarattı. Türkiye, karara yönelik tepkide, elindeki kurumsal gücü de kullanarak yani İslam Konferansı Örgütü’nü harekete geçirerek ön plana çıktı. Trump’ın kararının yaratması istenilen infial sırasında elbette dünyada olup biten bazı önemli olaylar gözden kaçtı. Gündemi hayli dolu olan dünya Kudüs meselesini bir yere kaydetti. Bunun sonuçlarıyla ilgilenecek ancak ABD Başkanı’nın sorumsuzluklarıyla baş etmek de giderek güçleşiyor.
RİSKLİ BİR ADIM DAHA
Gerçi ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, büyükelçiliğin 2020 yılına kadar Tel Aviv’den taşınmayacağını söyledi. Kudüs’te doğan Amerikan vatandaşlarının pasaportlarına İsrail’de değil Kudüs’te doğdukları yazılmaya devam edecek. Tillerson’un açıklamasının ardından Beyaz Saray bir patlayıcıyı daha ortaya attı ama zaten devam etmekte olan Kudüs kararına yönelik hareketlilik içinde pek dikkat çekmedi. Her ne kadar Filistin ile İsrail arasındaki sınırların müzakerelerle belirleneceğini vurgulasa da Beyaz Saray, Hazreti Süleyman’ın Romalılarca yıkılan mabedinin Yahudilerce kutsal addedilen batı duvarının, daha iyi bilinen adıyla Ağlama Duvarı’nın önümüzdeki dönemde İsrail’in bir parçası olacağını ümit ettiğini açıkladı.
Bilindiği gibi Ağlama Duvarı’nın üzerindeki Harem üş-Şerif yani Mescid-i Aksa ve Emeviler tarafından yaptırılmış Kubbet-üs Sahra’nın bulunduğu alan da Müslümanlar açısından kutsal. Kudüs ile ilgili müzakerelerin en zor unsurlarından birisi de buralarda egemenliğin nasıl paylaşılacağıydı. Trump ve akıldaneleri bir kez daha tam anlamadıkları ve anlamak derdi taşımadıkları bir konuda riskli adım attılar.
Dünya hâlâ Suudların da taraf oldukları anlaşılan barış planını bekliyor. Muhtemelen Kudüs olayına yönelik tepkiler biraz yatıştıktan sonra plan ortaya çıkarılacaktır. Ancak “ABD’nin destek vereceği ya da dünya kamuoyuna sunacağı bir barış planının herhangi bir cazibesi ya da meşruiyeti olur mu, kendine saygılı herhangi bir Filistinlinin kabul edebileceği bir plan Trump’ın damadının elinden çıkabilir mi?” soruları da cevaplarını bekliyor.
Trump açısından geçen haftaki protestoların muhtemelen pek bir önemi de yoktu. Zira salı günü Alabama’da yapılan senato seçiminde sonuna kadar desteklediği, reşit olmayan kızlara tacizde bulunduğu iddia edilen, Müslümanların kongre üyesi olmalarını istemeyen, evrim teorisine ve kürtaja karşı, iki kez yargıdaki görevinden atılmış Cumhuriyetçi aday Roy Moore seçimi kaybetti. Bu yenilgi Trump’a da atılmış esaslı bir tokattı elbette.
DEPREM YARATAN SEÇİM
Alabama, ABD’nin muhafazakâr, 1950’lerde ırkçılık karşıtı hareketlere en sert şekilde direnen, 25 yıldır da kongreye demokrat senatör göndermemiş bir güney eyaleti. Genelde Cumhuriyetçilerin kalesi olan dinci akımın güçlü olduğu bu eyalette, üstelik de kürtaja hepten karşı çıkmayan, silah alımlarının biraz denetlenmesinden yana, eyalet ölçülerinde hayli liberal bir demokratın seçilmesi bir deprem yarattı. Bu seçim aynı zamanda Trumpçılık ile mücadelenin ana eksenlerini göstermesi açısından da aydınlatıcı oldu.
Önümüzdeki dönemde yalnızca ABD’de değil gelişmiş ve gelişmekte olan ülke demokrasilerinde de bu dinamikler geçerli olacak sanıyorum. Kırsal bölgeler Moore’a oy verirken, büyük kentler rakibi Doug Jones’u destekledi. Moore, eğitimsiz beyazların oylarını yüzde 70’lere varan oranlarda alırken, eğitimli beyazlar ve özellikle eğitimli beyaz kadınlardan çok daha düşük destek gördü. Kadınların, kişisel ve cinsel anlamda kendilerini tehdit altında hissettikleri bir ortamda Amerikan siyasetinde hayli aktivist bir tavır takınmaya başladıkları zaten biliniyordu. Alabama’da siyahların oy vermesini engelleyecek tedbirlerin de ciddi bir örgütlenmeyle aşılabileceği ortaya çıktı.
Trump ve Amerikan aşırı sağı kendi toplumsal muhalefetini yaratıyor. Popülizmin faşizme evrilmemesinin yegâne yolu da Daron Acemoğlu’nun Trump’ın seçilmesinden sonra yazdığı yazıda vurguladığı gibi, vatandaşların harekete geçmesidir.