İran'ın arka planı
AYETULLAH Humeyni bir keresinde “Bu devrim karpuz fiyatlarının belirlenmesiyle ilgili değildir” mealinde bir söz etmişti. Devrimin ve İslam Cumhuriyeti’nin ulvi ve uhrevi varlık sebepleri, gündelik kaygıları aşan büyük hedefleri vardı elbette. İslam Cumhuriyeti aslında ulvi ve uhrevi bir düzen kurma işinde ve kapitalist modernliğe alternatif, daha eşitlikçi, daha adil daha “İslami” bir düzen kurma işinde çuvalladı. Başarılı bir ideolojik dikta rejimini kurdu, yerleştirdi ama devrimi yapmayı becermiş bir halkın rejimi olduğu için de o toplumun kıpırtılarına, taleplerine, özlemlerine en azından bir nebze cevap vermek zorunda da kaldı. Ayrıca rejimin kendi içinde de varılan noktanın başarısızlığından memnuniyetsizlik duyanlar bulunuyordu.
Sonuçta rejim, özgürlük alanlarını genişletemediği, adalet tesis edemediği gibi karpuz fiyatlarını da kontrol edemez hale geldi. Yılın sonunda patlayan olaylarda tetikleyici unsurlardan birisinin, karpuz değilse bile bir haftada iki katına çıkan yumurta fiyatları olduğunun altını pek çok yorumcu çiziyor.
Ülkenin taşrasında ama önemli dini merkezlerinden birinde başlayan, pek çok ile yayılan ancak Tebriz ve Tahran gibi metropollerde 2009 yılındakine benzer bir dalgalanma yaratmayan, birleştirici bir lideri veya yönlendiricisi olmayan protesto hareketlerinin niteliği, gerekçeleri bunun ekonomik nedenlere bağlı bir başkaldırı mı siyasi isyan mı olduğu tartışmaya açık. Belki de tartışmaya açık olmayan tek tarafı rejimin bunu bastıracak güç ve iradesinin bulunması.
2009 yılındaki seçimlerde hile yapılması üzerine patlayan “yeşil hareket” protestoları toplumsal tabanı itibarıyla bir orta sınıf protestosuydu. Bu nedenle de sloganları özgürlük, insan hakları, demokratik kriterleri ön plana çıkarıyordu. Bu seferki dalgalanmanın sınıfsal omurgasını işçi sınıfının oluşturduğu yazılıyor. Bu nedenle temel kaygılar elbette farklı. 1978-79 devrimi, haziran ayında bir orta sınıf protesto hareketi olarak başlamış, kentli fakirler ve işçi sınıfı sonbahara kadar işe bulaşmamıştı.
İşçi sınıfı greve gidip, fakirler alanlara akmaya başladığında, gidişat hızlanmış, Şah rejimi devrilmişti. Bu nedenle, İslam Cumhuriyeti’nin yönetici sınıfını oluşturan mollalarla, vurucu gücünü oluşturan Devrim Muhafızları’nın bu dalgalanmadan ürkmeleri için epeyce sebep var. Kontrol ettikleri sistemin çürümüşlüğü, yolsuzluklara batmış hali, yönetici sınıfın geniş halk kitlelerinin durumuna karşı vurdumduymaz tutumu rejimin asıl destek tabanını oluşturanları da belli ki artık bezdirmiş ya da kızdırmış. Üstelik protestoların dördüncü gününden itibaren orta sınıflar, öğrenciler de bu dalgaya eklemlenmiş gözüküyorlar.
Nükleer programla ilgili anlaşmanın ekonomik durumu düzelteceğine dair beklentilerin gerçekleşmemesi de öfkenin, itirazların, rejimin ya da “rehber”in reddine kadar giden sloganların patlamasında etkili olmuş gibi. Ruhani’nin ekonomik programı selefi Ahmedinejad’ın popülist ekonomik programının hasarını da onarmak zorunda kaldığından kemer sıkma politikaları da devreye girdi. Enflasyon düşse bile, işsizlik, reel gelirdeki azalma gibi sorunlar geniş kitleleri rahatsız ediyor.
Bu durumda ülkenin kaynaklarının nereye harcandığı sorusu da sorulmaya başlamış. Aslında bu soru epeydir soruluyor ve rejim açısından sıkıntı da yaratıyordu. Giderek Irak, Suriye, Lübnan, Filistin’e aktarılan kaynaklar, yakın zamana kadar Suriye’de İranlıların da ölmesi bir anti-Arap dalga da yaratmışa benziyor.
Ülkenin iç siyasi dinamiklerinin de elbette bu yaşananlarda payı var. Rejimin sertlik yanlılarının Ruhani’nin altını oymak istedikleri biliniyor. Ruhani’nin kardeşi tehdit edildi. Ülkeye refah getirebilecek gaz ve petrol anlaşmaları iptal edildi. Mesele yalnızca ideolojik farklılık meselesi değil, hayli yaşlanan ve hasta olduğu söylenen Hamaney’in halefinin kim olacağı meselesi de bu iç çekişmede rol oynuyor. O nedenle Ruhani protesto hakkının kullanılmasından yana olduğunu söyledi.
Bu muhalif dalga şimdi bastırılsa bile Ortadoğu’nun en dinamik toplumu olan İran’daki hareketlilik kolay kolay durulmayacaktır.