Havada baskı ve isyan var
7 YIL önce bugün Tunus diktatörü Zeynelabidin bin Ali, yükselen protesto dalgasının baskısıyla Suudi Arabistan’a kaçmıştı. Arap İsyanlarının ilk başladığı ülke olan Tunus, bu dalgadan başarılı çıkan tek ülke sayılıyordu. İsyanların ardından seçim yapılan diğer ülkelerde yaşandığı gibi Tunus’ta da İslamcı En-Nahda partisi seçimlerden önde çıkmış ancak tek başına hükümet kuracak çoğunluğa erişememişti. Bu nedenle Tunus’taki demokrasi deneyimi ülkedeki farklı kampların birbirleriyle zoraki de olsa işbirliği yaptıkları bir sistem içinde evrilmişti.
Müslüman Kardeşler’in diğer şubelerine göre çok daha pragmatik veya gerçekçi bir liderin, Raşid Gannuşi’nin öncülüğünde En-Nahda siyasette şartları zorlamamış, bir noktada İslamcı kimliğini reddederek kendisini “Müslüman demokrat” olarak tanımlamıştı. Arap isyanlarının büyük umutlar saçtığı dönemde bu hareketlerin örnek alması beklenen Türkiye’deki iktidar partisinin bir dönem kendisini tanımlamış olduğu gibi.
RAHATSIZLIK SU YÜZÜNE ÇIKTI
Halen En-Nahda ile laik Nida Tunus partilerinin birlikte yönettikleri ülkede geçen hafta çıkan olaylarda yüzlerce kişi tutuklandı ve “başarı” görüntüsünün gizlediği rahatsızlıklar su yüzüne çıktı. İlk devrim dalgası geçtikten ve ortalık biraz yatıştıktan sonra Tunus’un eski rejiminden kalma şahsiyetlerin etkisi hissedilmeye başlanmıştı. Ekonomi genelde neo-liberal programlarla reforme edilmeye çalışılmış, ülkenin güneyindeki sefalet olduğu gibi kalmıştı. Nüfusuna oranla Tunus, Suriye iç savaşına en yüksek sayıda gencini göndermişti.
Ekonominin yeniden düzenlenmesinde okkanın altına atılan yoksulların ve çalışanların isyanının yanı sıra ilk başkaldırının öncülüğünü yapan kentli orta sınıf ve eğitimli gençlik de beklediğini bulamamıştı. Yolsuzluk soruşturmaları askıya alınmış, 2014 yılındaki anayasanın gerektirdiği kurumsal düzenlemeler yapılmamıştı. Bunlardan en önemlileri anayasa mahkemesinin bir türlü kurulmaması, bağımsız kurumların ve seçilmiş bölgesel meclislerin hayata geçirilmemesi ve parlamentonun seçilmiş başkan karşısındaki özerkliğinin güçlendirilmemesiydi.
Bunlara ek olarak aralarında ciddi ideolojik farklılıklar olan iki koalisyon partneri önemli konularda uzlaşamıyor, tabanları da izlenen programdan hoşnut olmuyordu. Eşitsizliklerin daha da arttığı, sosyal devlet uygulamalarının zayıfladığı, eski rejimin güçlülerinin yine çeşmenin başında oturduğu bir yeni rejimde bu kez de hayat standartları düşen orta sınıflar otoriter çözümlere yönelmeye başlıyordu.
ORTAK PAYDA
Yerel seçimlerin 4 kez ertelenmesi, parlamentonun ülkenin derin sorunlarına çözüm bulamaması, parlamenter demokratik sistemin meşruiyetini zayıflatıyordu. Cumhurbaşkanı bu boşluktan yararlanarak, gücü başkanda toplayacak bir dizi reform önerisini devreye sokuyor ancak otoriterleşmenin önünü iyice açacak bu hamlelere de En-Nahda karşı çıkıyordu.
Sonunda yoksullar daha fazla kemer sıkmaya, kentliler de yolsuzluk, adaletsizlik ve özgürlük eksikliğine karşı isyan ettiler. Fazla yaygınlaşmasa ve nispeten kolayca bastırılmış olsa bile gösteriler ülkedeki sıkıntıların hayli yaygın, gerginliklerin patlamaya hazır olduğunu göstermiş oldu. İslamcı hareketlerin dünyanın her yerinde darbe üstüne darbe yediği, bir yandan radikalleşme diğer yandan laik-milliyetçi akımların baskısı altında kaldığı bir ortamda En-Nahda’nın pragmatik siyasal liderliğinin de başı epey sıkışmışa benziyor.
İran’daki, rejimi sarsan protesto dalgasının ardından gelen Tunus olaylarının boyutu ve etkileri kısıtlıydı. Her iki ülkedeki gelişmelerin ortak paydası şuydu: İktisaden baskı altındaki yoksul ve çalışan sınıflar, kendilerine yönelik sübvansiyonların ve hizmetlerin erimesinden duydukları hoşnutsuzluğa isyan ediyor. Kentli ve ekonomik modernleşmeden memnun eğitimli sınıflar ise yolsuzluk, hukuksuzluk ve hesap verilmemesine baş kaldırıyor. Bu iki grubun öfkesi aynı kanala akarsa bölgedeki tüm rejimler kolay başa çıkamayacakları ve muhtemelen aşırı şiddetle ancak bastırabilecekleri bir isyan dalgası ile uğraşmak zorunda kalacak.