Açmazlar-1
AYNI anda birbirine zıt hedeflere varmak isterseniz hiçbir yere varamazsınız. Üstelik sizin kafa karışıklığınızı bilenler de buna göre davranarak hareket ederler. Dış politikadaki özellikle de Suriye’deki durumumuz buna benziyor. Türkiye derken de yalnızca iktidarı kastetmiyorum. İktidarı eleştirenler de hangi cenahtan eleştirdiklerine bağlı olarak gerçekçilikten uzak, takıntılarının uzantısı tercihler üzerinden veryansın ediyorlar. Üstelik eleştirdiklerinin yerine akılcı bir önerileri yok. Genelde hezeyanları var.
Sırayla gidecek olursak. Fransa’da Cumhurbaşkanı Macron, Türkiye ile ilişkilerin bir üyelikle sonuçlanması ihtimalinin cari şartlarda mümkün olmadığını, başka tür bir işbirliği modeli üzerinde çalışılması gerektiğini basın toplantısında, yani açıktan söyledi. Bu şekilde aslında Macron, Türkiye’nin blöfünü görmüş oldu. Mademki Türkiye “İlelebet kapınızda beklemeyeceğiz, verin kararınızı” diye düzenli olarak rest çekiyor, Macron da buna “Kararı verdik aslında” diye cevap vermiş oldu.
En azından Türkiye’de Anayasa Mahkemesi’nin kararlarının mahkeme kararlarından üstün olduğunu kabul eden bir yargı anlayışı tekrar yerleşmeden, yüksek yargı kararlarını siyasi tepkiyle meşruiyet olarak sorgulayan bir siyaset yaklaşımı terk edilmeden, üyelik müzakereleri işi bitti dendi.
Bu nedenle olsa gerek, Macron’un sözlerinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan son fasılların açılmamasından şikâyet ederek, “Sürekli olarak ‘Ne olur artık bizi de alıverin’ diyecek halimiz pek yok. Bakın bunu Fransa’dan söylüyorum, dillendiriyorum, sesleniyorum” dedikten sonra gazetelerde yer alan röportajında farklı bir yorum getirmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Ben onun tam ne demek istediğini anlamak istemedim. Onların bizi anlamasına odaklanmak istedim. Ben ne demek istiyorum, o beni anlasın diye düşündüm. Temenni ederim ki bizi anlamışlardır” demişti.
DENGE OYUNU
Buradan kasıt herhalde, Türkiye’ye ifade özgürlüğü konusunda eleştirilere konu olan kısıtlama ve cezalandırmaların, OHAL’in sürmesinin, tutuklu enflasyonunun gerekçelerinin muhatabı tarafından anlaşılacağı ve dolayısıyla haklı görüleceğinin beklendiğiydi. Anlaşılan o ki Fransa Cumhurbaşkanı bu mesajı almamış gibi davranıyor. Daha kısa süre önce Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na elleriyle çay demleyip ikram eden Alman mevkidaşı Sigmar Gabriel de öyle.
Eğer olsaydı, kurulması muhtemel yeni Alman koalisyon hükümetindeki partilerin mutabakat metninde Türkiye ile yeni müzakere faslı açılmaması ve gene Türkiye açısından yüksek önem taşıyan Gümrük Birliği’nin yenilenmesi işine girişilmemesi konusunda madde bulunmazdı. Her iki ülke de Türkiye’de AB üyeliğine yönelik yeniden yükselen desteği bir kenara iterek, yani AB’nin hukuksal korumasını önemseyen kitleyi aslında kaderine terk ederek Türkiye’yi yalnızca bir geniş pazar olarak değerlendirme kararı verdiklerini göstermiş oldu. Bu bağlamda Türkiye’nin haklı şikâyetlerini bile fazla dikkate alacaklarına dair bir işaret yok.
Bundan sonrasında Türkiye’nin ne yapabileceği konusu sarih değil. İçeride yeni bir sistem kurma çabaları, hazırlıkları ve buna bağlı iktidar müzakereleri, pazarlıkları, mücadeleleri sürerken AB normlarına uygun açılımlar beklenmesi gerçekçi sayılmaz. Ancak içeride takınılan tüm Batı karşıtlığına rağmen, Batı’dan gelecek kaynaklara ülke ekonomisini çevirebilmek için de ihtiyaç var. Bu haliyle bile Türkiye’nin, yatırım yapılabilir bir ülke olmasını sağlayan başka kurumsal aidiyetleri de var. Bunların başında Avrupa Konseyi geliyor. Bu kuruma bağlı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ise Türkiye’nin Batı normlarında bir hukuk devleti olarak kalmasını sağlayacağı umulan son kurum.
Sonuçta Türkiye, hukuk devleti ve demokrasi prensipleri bakımından sıkıntılar yaşansa bile AB ve genelde Avrupa bağını ince ipliklerle tutmayı da istiyor. Bu denge oyunu gideceği yere kadar gider, ama o zaman zarfında da Türkiye’deki vatandaşlar çok yalnız olduklarını bilmelidir.