Afrin üzerine
AFRİN’e yönelik “Zeytin Dalı Harekâtı” görülebildiği kadarıyla çok kısa sürede tamamlanmayacak. Özellikle Münbiç’teki YPG varlığını da oradan sürme hedefinin gerçekleşmesinin daha uzun vadeye yayılacağı anlaşılıyor. Ancak harekâtın kendisinin, açıklanmış hedeflerinin ötesinde depremvari etkileri olabileceği de son bir haftanın gelişmeleriyle ortaya çıkıyor.
Öncelikle, harekâtın ilk aşamalarında dünya kamuoyundan, devletlerden ve çok taraflı kurumlardan kayda değer bir olumsuz tepki gelmediğini söyleyebiliriz. Genelde Türkiye’nin meşru güvenlik kaygıları vurgusu yapılarak verilen beyanlar, satır aralarında harekâtın kısa sürmesi ve yüksek sayıda sivil hayat kaybına yol açmaması temennilerini de içeriyordu. Rusya’nın tavrı da bu harekâtı Amerikan siyasetlerinin Türkiye’de yarattığı rahatsızlığa bağladığını vurguluyordu. Ayrıca Rusya kontrolündeki Suriye hava sahasının Türk Hava Kuvvetleri’nce kullanılmasına ses çıkarmayarak desteğini de göstermiş oldu.
Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin halen bulundukları safhada onarılmalarının mümkün olup olmadığı, onarım mümkünse de ne ölçüde bunun başarılabileceği sorusu artık orta yerde durmaktadır. Ankara’nın zaten yapmaya niyetlendiği Afrin’e yönelik harekâtın ABD’nin bir “sınır ordusu” kurmaya niyetlendiği haberi üzerine daha bir ivedilik kazandığı bellidir. Washington’daki yetkililerin birbirleriyle çelişen açıklamaları da Türkiye’yi bir an önce hareket etmenin doğru tavır olduğuna ikna etmiş olabilir.
Çok yakın zamanda Türkiye’nin bazı terör örgütlerine destek verdiğini iddia eden Savunma Bakanı Mattis, Dışişleri Bakanı Tillerson’un ardından “Ankara’nın güvenlik kaygılarını anlıyoruz” mealinde bir demeç vermişti. Washington’un harekâtın başlamasından sonraki ihtiyatlı tutumu da ABD kontrolündeki alanda PYD/YPG’ye yönelik bir hamle yapılmadığı takdirde sesini çıkarmayacağının bir işareti olarak görülmüştü.
İTTİFAK İLİŞKİSİ SARSILDI
Ne var ki ABD Başkanı Trump’ın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı aramasının ve aralarında yaptıkları konuşmanın ardından yapılan Beyaz Ev açıklaması bu durumu da değiştirmiş sayılabilir. Aralarındaki iletişim ciddi şekilde kapanmış ve ilişkilerine çeşitli kanallardan zehir zerk edilmiş iki ülkenin krizinin daha da derinleştiği Ankara’nın Beyaz Ev açıklamasının konuşmanın içeriğini yansıtmadığını söylemesiyle ortaya çıkmıştır. Böylesi bir gelişmeyle Ankara’nın Washington’a duyduğu güvensizlik kuşkusuz daha da artmış, karşılıklı diyalog imkânları da daralmıştır
Beyaz Ev açıklamasında yapılan vurgular yalnızca Afrin operasyonuyla ilgili de değildir. Telefon konuşmasının içeriği bir yana, ardından Washington’da bu konuşmaya dair notları yazanlar, Türkiye’deki tutuklular meselesiyle anti-Amerikan söylemi gündeme taşıyor, Suriye’de ise esas kaygılarının harekâtın Münbiç’e uzanması olduğunun altını çiziyor. Türkiye ise ABD’nin Fırat Kalkanı sırasında söz verdiği üzere PYD/YPG güçlerini Fırat’ın doğusuna kaydırmamış olmasından rahatsız. Bunu gerçekleştirmek için bir hamle yapması halinde Amerikan tarafı iki NATO müttefikinin çatışması ihtimali olduğunu ve buna yol açmamak gerektiğini vurguluyor
Obama döneminde Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye masasında çalışan Amanda Sloat, Foreign Policy Dergisi’nde Zeytin Dalı ile ilgili yaptığı yorumda ABD’nin yanlış seçimlerinin bugünkü çıkmazında rol oynadığını yazdı. Sloat’a göre, “ABD IŞİD’e karşı, biraz da bu çatışmaya fazla bulaşmamayı istediği için, YPG’yi desteklemeyi tercih etti. Ancak bu tercih şimdi vekillerinin arasında savaş çıkmasını engellemek için ABD’nin sahada daha yoğun bir şekilde bulunmasını gerektirebilir. Türkiye’nin kaygıları yokmuş gibi davranmak bir strateji değildir. Türkiye ile Kürtler arasındaki çatışma daha büyük Suriye bulmacasının önemli bir parçasıdır.”
Suriye krizi ve son müdahale ABD ile Türkiye arasındaki ittifak ilişkisini kötü sarsmış, iki müttefiğin arasının açılmasını, NATO’nun güney kanadının zayıflamasını stratejik bir kazanç olarak gören Rusya’yı belli ki mutlu etmiştir. ABD’de Türkiye’nin ne ölçüde müttefik sayılması gerektiğini sorgulayanların da seslerini giderek yükseltmeleri sonucunda Suriye-PYD/YPG krizi Türkiye’nin stratejik kimliğinin sorgulandığı ve dramatik kopmaların artık ihtimal dışı sayılamayacağı bir alanı önümüze açılmıştır.