Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ABD Başkanı’nın Ulusal Güvenlik Danışmanı General H.R. McMaster dün Ankara’ya gelerek Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Dr. İbrahim Kalın ile görüştü. Sırada Ortadoğu turu kapsamında Ankara’ya da gelecek olan Dışişleri Bakanı Rex Tillerson var. ABD Savunma Bakanı James Mattis de Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli ile Brüksel’deki bir toplantı vesilesiyle görüşecek.

        Kalın-McMaster görüşmesinin ardından Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndan yapılan açıklamada “Türkiye ve ABD’nin uzun vadeli stratejik ortaklık ilişkileri teyit edilmiş ve 2 ülkenin öncelik ve hassasiyetleri ele alınmıştır. Öteden beri müttefik olan Türkiye ve ABD arasındaki ilişkiler, ortak stratejik sınamalar ve bölgesel gelişmeler hakkında görüş alışverişinde bulunulmuştur” dendi. Açıklama “İkili ilişkileri olumsuz etkileyen konular detaylı bir biçimde ele alınmış ve terörizmin her çeşidiyle ortak mücadelenin geliştirilmesinin yolları araştırılmıştır” diye bitiyordu.

        Böylesine, buz gibi dille yazılmış açıklamaya bakan herhangi bir kişi iki ülkenin ilişkilerinin neredeyse kopma noktasına geldiğini, Türkiye’nin stratejik kimliğinin değişme ihtimalinin ne kadar güçlü olduğunu, iki tarafın en temel konuları tartışacak ortak bir dili bulamadıkları gibi sürekli olarak birbirlerinin sinir uçlarına bastıklarını tahmin edemezdi. Ne var ki görünürde ilişkiler müthiş çalkantılı gider, Türkiye kamuoyu açısından ABD bir numaralı tehdit diye algılanırken iki ülkenin silahlı kuvvetleri arasındaki işbirliği de aslında devam ediyor.

        Bu durum, görüntünün ötesinde iki başkentin gelecek için bir ortak tasarım üretip üretemeyeceklerini düşündüklerini ve bu konuda kıyıcı bir pazarlık içinde olduklarını düşündürüyor. Suriye’de alandaki durum giderek daha karmaşık hale gelirken, çok güçlü gözüken Rusya’nın bile gücünün sınırlı olduğu anlaşılırken, İsrail ile İran arasındaki çekişmenin de bu sahaya taşınması ve sıcak çatışmaya yol açması ihtimali güçlenirken ilgili tüm tarafların hesaplarını çok iyi yapmaları gerekiyor.

        ABD KENDİNİ SORGULUYOR

        Trump döneminde ABD, Suriye’de daha uzun vadeli kalacak şekilde stratejisini değiştirdi. IŞİD hesabı kapatıldıktan sonra önceliği İran’ın bölgede artan hegemonik gücünün engellenmesi, etkisinin azaltılması olarak belirlendi. Bu tercihte Obama döneminin aksine İsrail ve Suudi Arabistan’ın kaygılarının daha fazla ön plana çıkarılmasının payı var. Türkiye, İran nükleer anlaşması imzalandığı zamanlarda bu dengeleme/çevreleme politikasının bir unsuru olmayı istediğini belli etmişti.

        ABD’nin İran’ı çevreleme/dengeleme politikasında Türkiye’ye mutlaka ihtiyaç duyacağı da ortadaydı. Ancak iki ülke arasındaki sorunların ağırlığı, özellikle ABD’nin, daha doğrusu Merkez Komutanlığı’nın Türkiye ile IŞİD’e yönelik mücadelede ortak noktayı bulamamanın da bir neticesi olarak PYD/YPG’ye verdiği destek bu anlamda bir stratejik bağın kurulabilmesini engelledi.

        Türkiye akademik çevrelerinde ABD dış politikasını en yakından ve çok boyutlu şekilde izleyen Profesör İlhan Uzgel’in yazdığı gibi, “ABD’nin PYD’ye verdiği destek Amerikan karar verme sistemi içinde çok tartışılan ve eleştirilen tercihlerden biri. Buna karşı çıkanlar PYD’nin, Türkiye gibi NATO üyesi bir ülkeye tercih edilmesinin rasyonalitesini sorguluyorlar ve PYD’nin yeterince güçlü bir müttefik olmadığını, bu sürecin geleceğinin belirsiz olduğunu, çok maliyet getirdiğini ve Türkiye’yi Rusya’ya yaklaştırdığını savunuyorlar.”

        Nitekim, Irak ve Suriye’deki Amerikan birliklerinin komutanı General Paul Funk, “ABD’nin Türkiye ile derhal diyalog ve gerginliği azaltma” ihtiyacı içinde olduğunu söylemiş. Funk ile birlikte olan ve istihbarat kanalları çok güçlü Washington Post yazarı David Ignatius, bir yandan “Suriye Kürtleri Amerika açısından cesur ancak sorunlu ortaklar” diye yazdı. Diğer yandansa McMaster’in Ankara ziyaretini çok olumlu bularak “Türkiye ile yaşanan krizi bir fırsat olarak kullanma akılcılığını göstermeli, Türk ve Amerikan çıkarlarının önümüzdeki dönemde uyum içine girmesini sağlayacak sessiz müzakereleri başlatmalıdır” önerisinde bulundu.

        McMaster’in ziyaretinin bu hedeflere ne ölçüde yaklaşılmasını sağladığını zaman içinde anlarız.

        Diğer Yazılar