Risk içeren hamleler
Tarihin normalden hızlı aktığı zamanlarda olağan koşulların ve kuralların her zaman geçerli olması beklenemez. Ancak bu türden devrimci dönemlerin tüm bilinen kuralları geçersiz kıldığı da doğru değildir.
İçlerinde bitmez tükenmez devrim hevesi taşıyanlar, tarihin büyük kopuşlarla aktığını düşünenler, olaylara ideolojik bakanlar açısından durum böyle görülmeyebilir. O zaman siyaset oluşturmada analiz değil tutku ön plana çıkar ki, bir ülke açısından en kötü tuzak budur.
İlk kural güçlenmekte olan bir ülkenin gücünü giderek daha fazla sergilemesi ve kendisine bir etki alanı yaratmaya başlamasıyla ona yönelik direncin artacağıdır. İkincisi, toplumsal/siyasal zaafları olan iktisaden birinci ligde olmayan güçlerin er ya da geç yerçekiminin etkisini hissedecekleridir.
İsrail hükümeti kısmen Başbakan Netanyahu'nun bildik dirayetsizliği, kısmen yarı faşist koalisyon üyelerinin direnişi, kısmen öfkesi aklının önüne geçmiş bir kamuoyunun isteksizliği nedeniyle Türkiye'ye karşı bir tavır almış oldu. İsrail'in aklı başında yorumcuları, siyasetçileri ve ordusu ise bu tutumu hata olarak değerlendirdiler. Hatadan dönülmesi için çağrıda bulundular.
New York Times'dan Roger Cohen'e göre, "Arapların onur ve özgürlük taleplerinin tetiklediği Ortadoğu'daki değişimi kavrayamayan, yerleşim bölgelerinin yayılması konusunda kaskatı kalan, ABD'nin özür dilemesi uyarılarına boşveren İsrail, Müslüman dünyasındaki en yakın dostlarından Türkiye'yi kaybediyor."
Türkiye'de hükümetin bu sonucu beklemediğini söyleyemeyiz. Son aylarda Gazze ablukasının kalkmasının bir üçüncü şart olarak sürekli dile getirilmesi, Türkiye'nin de İsrail'in inadı karşılığında çıtayı yükselteceğine işaret ediyordu. Türkiye'nin cevabı, bir tepki olmaktan çok riskler de içeren bir güç gösterme hamlesi diye değerlendirilmeli bu durumda.
O nedenle de İsrail'e yönelik tedbirlerle, yangından mal kaçırırcasına ilan edilen Füze Kalkanı radar sisteminin Türkiye'de kurulacağı kararını birlikte ele almalı. Bu iki adımla Türkiye Batı sistemi ve Atlantik İttifakı içinde kalıp, İran karşıtı cepheye yerleşirken kendi bölgesinde Batı'nın önemli müttefiki İsrail ile bir hegemonya savaşına girdiğini ilan etti.
Mavi Marmara saldırısının kararını verenler bir açıdan Türkiye'ye 'buralar bizden sorulur' mesajı da vermişlerdi. İsrail Dışişleri Bakanı Lieberman meselenin duygusal bir mesele değil iki ülke arasındaki hegemonya mücadelesi olduğunu defalarca tekrarlamıştı. Dışişleri Bakanlığı'ndan üst düzey bir yetkilinin Milliyet'ten Aslı Aydıntaşbaş'a söyledikleri bu bakışı teyit ediyor:
"Mesele ablukadan ziyade bu raporun İsrail'e bütün Akdeniz'de hükümranlık hakkı tanıması. Bizim açımızdan en önemli şey, saldırının Doğu Akdeniz'in ortalarında ve bizim için de stratejik olan bir yerde yapılmış olması. Bu, Doğu Akdeniz'de İsrail'i astığı astık, kestiği kestik duruma getiriyor. Bunun kabul edilmesi mümkün değil...İsrail Doğu Akdeniz'de asarım, keserim diye dolaşamaz. Bunu yapmadığı takdirde çatışmak içi bir sebep yok."
Türkiye'nin hamlesi Ortadoğu'daki en önde gelen bölgesel güç olmayı hedefliyor. Yeni dönemde söylemi sertleşti, 1990'ları andırır hale geldi. Askeri güç unsuru İsrail'e, Güney Kıbrıs'a karşı öne çıkmaya başladı. Üstelik şu sırada Kuzey Irak'ta ve Türkiye'nin içinde PKK ile savaşıyor. Futbol oynarken öldürülen polisler, kocasını izlerken sırtından vurulan genç bir öğretmen imajları da iyice savaş psikolojisine giren toplumdaki bölünmeyi derinleştiriyor.
Yalnızca İsrail değil, Suriye-İran ikilisinden, Suudi Arabistan'a, ABD'ye ve özellikle Kıbrıs konusunda Rusya'ya kadar bu güç ihtirasının sınırları merak edilecek, gerekirse sınanacaktır. Türkiye'nin aldığı risk kendisine yönelik potansiyel karşı-cepheyi genişletmektir.