Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BUNCA hengame arasında pek ilgilenen olmadı ama dün 1967'deki 6 Gün Savaşı'nın başlamasının 45. yıldönümüydü. 1967 Savaşı Ortadoğu'daki tüm dengeleri alt-üst etmiş, yeni siyasal gelişmelerin önünü açmış, etkileri bugüne dek hissedilen bir savaştı. Yaratmış olduğu gerçeklik giderek kangren olmuş bir yara haline dönüştüyse de kısa sürede bunun değişmesi de mümkün gözükmüyor.

        6 Gün Savaşı'nda İsrail yalnızca üç Arap ülkesine karşı büyük bir zafer kazanmakla kalmadı. Bu savaştaki başarısı nedeniyle ABD'ye "Stratejik açıdan benden başka müttefike bu bölgede ihtiyacın yok" mesajını rahatlıkla verdi. Savaşın ardından yaşanan bazı gelişmeler de İsrail'in ABD indindeki bu önemini artırıcı etki yaptı.

        1960'ların sonlarında İngiltere'nin Basra Körfezi'nin güvenliğini sağlayamayacağını söylemesiyle bir boşluk doğdu. ABD Vietnam Savaşı'yla uğraştığından bu boşluğu doldurmaya hevesli değildi. Nixon Doktrini ile Körfez'in güvenliği İran'a ve Suudi Arabistan'a ihale edildi. İsrail bu düzenin gizli partneri oldu. İran Devrimi'nin ardından İsrail'in bu sistemdeki önemi arttı. Nitekim 1980'lerde yayılmacı politikalar ve bölgesel hegemonya peşinde koşma hevesleri bu yeni ayrıcalıklı konumun bir sonucuydu.

        İran Devrimi ile neredeyse eşzamanlı olarak imzalanan Camp David anlaşmaları da en güçlü Arap ülkesi Mısır'ı denklemden çıkardı. Bu şekilde İsrail'in güney cephesi kapandı. Güvenliği konsolide edildi, diğer cephelerde agresif politikalar izleyebildi. Aynı zamanda 1977'de iktidara gelen sağcı Likud Partisi'nin politikaları gereği de Batı Şeria ve Gazze'de kolonizasyon tüm hızıyla başladı.

        6 Gün Savaşı'nın sonuçları yalnızca bölgesel politikalar üzerinde hissedilmedi. Arap dünyası açısından da savaş uzun vadeye yayılan önemli gelişmelerin önünü açtı. O zamana kadar Arap devletleri arasındaki güç dengesinde ağır basan radikallerin etkileri azaldı. Suudi Arabistan muhafazakâr cephenin lideri olarak Araplar arası siyasete daha fazla ağırlığını koymaya başladı. Nitekim Mısır'ın İsrail ile barış yapabilmesini sağlayan 1973 Yom Kipur/Ramazan Savaşı da Suudların koordinasyonunda ve finansmanıyla gerçekleşebildi.

        1967'deki büyük yenilgi Arap milliyetçiliğinin radikal bir ideoloji olarak toplumlar üzerindeki etkisini ciddi ölçüde hasara uğrattı. İslamcı hareketlerin yükselmesi bu savaşın sonuçlarından biridir. Savaşın din perspektifiyle okunması yalnızca İslamcı hareketlerin palazlanmasını kolaylaştırmadı İsrail'de de Mesihçi /dinci milliyetçiliğin yükselmesinin önünü açtı. Temelde bir milliyetçilik meselesi olan Arap-İsrail çatışması sonraki on yıllarda bu dinamiğe uygun şekilde bir din karşıtlığı meselesine dönüştü.

        Savaşın uzun vadedeki önemli bir diğer sonucu ise Filistin halkını 1948-49'daki büyük bozgundan sonra tekrar tarih sahnesine döndürmüş olmasıydı. Büyük bozgun en-Nakba'dan sonra Filistinliler Arap devletlerinin güç oyununda piyon haline gelmişlerdi. FKÖ bile Filistin'in haklarını korumaktan çok Filistinlilerin radikalizmini kontrol etmek amacıyla 1964'te Mısır Lideri Nasır tarafından kurulmuştu.

        Arap rejimlerinin rüzgârının 6 Gün Savaşı'yla sönmesi, Filistinlilere de tarihi bir fırsat verecek, 1968'deki Karameh direnişinin ardından Filistin ulusu kendi kaderinin gidişatını şartların elverdiği ölçüde eline alacaktı. FKÖ terör eylemleriyle Filistin halkının varlığını dünyaya hatırlatacak, Kara Eylül'de Ürdün'de yok edilmekten kıl payı kurtulan örgüt Lübnan'a yerleşecek, 1970'li yıllarda ise hareket giderek siyasallaşacaktı. Nihayet 1974'te Arap Birliği'nin Rabat Zirvesi'nde FKÖ Filistin halkının yegâne meşru temsilcisi olarak kabul edilecekti.

        Bugüne geldiğimizde 1967'nin fiili sonuçları Filistin topraklarında sürüyor. Ancak 1967'nin yarattığı stratejik çerçeve son on yılda tümüyle dağıldı. F i l istin-İsrai l sorunundaki kilitlenme biraz da bundan kaynaklanıyor.

        Diğer Yazılar