Karşıt yönlere eşanlı
TÜRKİYE açısından demokrasi meselesi her şeyden önce Kürt meselesidir. Kürt meselesini, buna bağlı olarak vatandaşlık anlayışını ve tanımını yeniden kurgulamamış bir Türkiye demokratikleşme işini varması gereken yere götüremeyecektir. Vatandaşlık konusu ister istemez laiklik ve din-devlet, din-birey ilişkilerinin tartışılmasını gündeme getirecektir. Anayasa arayışı da hangi sistemle yönetileceğimizden önce bu temel ilkelerin halledilmesine odaklanmak zorundadır.
Bu konular çözüldüğünde ya da iyi bir formüle bağlandığında ise demokratikleşme meselesinde yeterli koşullar ancak yerine gelmiş olacak. Bunun ötesinde Türkiye'nin demokrasi pratiğinde gerek kurumsal olarak gerekse alışkanlıklar nedeniyle aksayan pek çok unsur var. O unsurları, örneğin güvenlik güçleriyle yargının önemli bir bölümüne egemen olan otoriter ve devletçi zihniyeti, iyice gözden geçirmeden yeni sistem arayışına da başlamak yanlış olur.
Gündeme tüm ağırlığıyla inen başkanlık sistemi tartışması Türkiye siyasetinin tarihsel deneyiminden ve bugüne kadarki demokrasi pratiğinden bağımsız olarak yapılamaz zaten. Sonuçta bu sistemler konfeksiyon elbise değil. Doğru bedeni bulduğunuzda dükkândan çıkıp kullanamıyorsunuz. Usta terzilik gerektiriyor. Her kesim, hatta her kumaş her bedene uymuyor. O konulara da Anayasa tartışmaları ilerledikçe sıkça değinmek gerekecek.
Bugün için asıl tartışma demokratikleşme yolunun tekrar açılıp açılmayacağı üzerine. Yolu açacak ana konu sayılan Kürt meselesinin halline yönelik olarak CHP'nin bir adım atması, Başbakan Erdoğan'ın buna olumlu karşılık vermesi, arada BDP ve MHP'nin morg bekçiliğiyle suçlanmalarına rağmen kamuoyunda yaygın bir iyimserliğe yol açtı. (Bu arada o zamanlar milletvekili olmayan Başbakan Erdoğan'ın idam cezası oylamasından önce parti başkanı olarak bu adımı desteklemiş olduğunu, AKP'nin çoğunluğuyla idam cezasının kalkmasından yana oy verdiğini de hatırlatmakta yarar var).
CHP hamlesinin mimarlarından CHP Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu'nun Radikal 2'de yazdığı gibi "Kürt sorununda güvenlik eksenli politikalar uygulanması, tüm Türkiye'nin insan hakları sicilini karartıyor. Diyarbakır'da, Yükseova'da, Van'da, Mersin'de, Şırnak'ta, tüm 'bölgede' yaşanan insan hakları ihlalleri, çatışma ve kutuplaşmalar, İstanbul, İzmir, Edirne, Trabzon'da da, hak ihlalleri olarak bana, size, hepimize geri dönüyor."
İçeride şiddetten bunalmış ve bıkmış bir toplum var. Bölgesel denklem PKK'nın raf ömrünü doldurduğuna işaret ediyor. Gazeteci Avni Özgürel'in Kandil'de konuştuğunu söylediği Murat Karayılan silahlı mücadelenin devrinin bittiğini söylemiş. Gerçi yoldaşı Cemil Bayık barış arayışlarına omuz silkerek "Direnişten başka seçenek yok" deyip Öcalan'ın devreye sokulmasını istemiş.
Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani PKK'yı ateşkese iknaya çalıştığını ilan etti. Başbakan Erdoğan silah bırakıldığı takdirde müzakere yolunun açılacağını söyledi. Türk basınında doğru dürüst işlenmediği için arka planını çok iyi bilmediğimiz BDP'lilerin Washington ziyareti de yakın zamanda gerçekleşti. Bu olumlu gelişmelerin yanında en son Van Belediye Başkanı'nın da tutuklanmasına yol açan KCK operasyonları son hızıyla devam ediyor.
Bu çelişik gelişmelerden ve beyanlardan iyimserlerin beklediği gibi nihayet Kürt meselesinin çözümüne yönelik yol mu açılır, yoksa geçmişe bakarak konuşan kötümserlerin tahmin ettiği gibi bu kez de işler çıkmaza girer mi? Bu sorunun cevabı iktidar partisinin CHP'nin desteğiyle, milliyetçi oyların bir kısmını kaybetmeyi göze alarak Kürt meselesinde cesur adımlar atıp atmayacağı kadar, PKK'nın oyunun sonuna gelindiğini görerek şiddetten vazgeçip geçmeyeceğine de bağlıdır.