Sular şimdilik durulurken
SURİYE krizi şimdilik kaydıyla atlatıldı. Daha doğrusu olayların akışı bu şekilde devam ettiği takdirde bir yeni maceraya kadar rafa kaldırıldı. AKP hükümeti içerideki savaş çığırtkanlarına da kulak asmayarak, beğenmediğini her fırsatta tekrarladığı geleneksel diplomasinin ihtiyatlı ve son tahlilde doğru olan çizgisinde krizi idare etti.
Suriye rejimi, Türkiye'ye ve onun üzerinden kendisini düşürmeye ahdetmiş olanlara bildiği en yalın dille kolay lokma olmadığı mesajını verdi. Suçlar ve günahlar siciline yeni bir sayfa daha ekledi.
Başbakan Erdoğan hayli sert bölümler içeren konuşmasında Suriye'ye çattı. Yeni angajman koşullarını ilan ederek gelecekte bir saldırı halinde misliyle mukabele taahhüdü altına girdi ama savaş seçeneğini tercih etmedi. Tersine bir taraftan NATO'yu toplayarak, diğer yandan ilgili tarafları işin içine çekerek olayın sarsıntısını yumuşak bir şekilde geçiştirmeye çalıştı.
Bu tercih Türkiye'nin bölgesel güç olma iddialarına halel getirir mi, o ancak zaman içinde anlaşılır. Ama şu kadarını şimdilik kaydıyla fazla derinleştirmeden mutlaka vurgulamak gerekiyor. Yaşanan olay Türk dış politikasının iddialı parametreleri ve bunların uygulanması açısından hayli sorunlu bir durumun varlığını ortaya çıkarmıştır.
Başbakan Erdoğan'ın konuşmasının Suriye rejimine yönelik öfkeli bölümlerinde kendi yaklaşımını ortaya koyan bölümler bu anlamda aslında bir hayli açıklayıcıdır. Başbakan, oğul Esad'ın babasının kanlı mirasını reddedeceğine, ülkesinde reform yolunu açacağına inandığını ancak Beşar'ın verdiği sözleri tutmadığını belirtti. Bu tespitler Türkiye'nin Suriye politikasının kişilerden beklentiler üzerine inşa edildiği anlamına geliyor.
Üzerine bu kadar yatırım yapılan Suriye rejiminin niteliğinin kişileri aşan özelliklerinin göz ardı edilmesi, bölgesel güç olma iddiası taşıyan bir devlet açısından kolay anlaşılabilecek bir eksiklik sayılamaz. Zira kişiler üzerine inşa edilen bir politika nedeniyle Türkiye, yaşamsal bir tehdit altında kalan Esad'ı ikna edebileceği zehabına kapılmıştır. Çabalarında etkisiz kalması Türkiye dış politikasının etki gücü, siyasi analizlerinin isabeti konularında soru işaretlerini de çoğaltmıştır.
Bu deneyimden gerekli sonuçların çıkarılıp çıkarılmadığı meçhuldür. Türkiye'nin bölgesel iddialarının sanki son iki yılda bu bölgede muazzam değişiklikler yaşanmamışçasına sürdürülmesi mümkün değildir. Geçmişin yaklaşımları, geçmişin koşulları ortadan kalktığına göre, daha gerçekçi şekilde gözden geçirilmek zorundadır.
Ortadoğu, özellikle de Suriye sadece bölgedeki güçlü aktörlerin değil dünya devlerinin de açık oyun sahası haline gelmiştir. İran'ın, Rusya'nın siyasetlerini Ankara'nın tek başına bozması, planlarını engellemesi de söz konusu değildir. Bu nedenle de NATO bağlantısı ön plana çıkarılmaktadır. Ama gene bu bağlamda Türkiye'nin fazlasıyla Sünniliğe angaje olunduğu görüntüsü veren dış politika tercihlerinin isabeti kuşkuludur.
Bunların ötesinde bu olayda aydınlığa çıkması gereken unsurlar çok. Uçağın nerede ve nasıl düştüğüyle ilgili bilgilerde insanı tam olarak tatmin etmeyen bazı gedikler var. Bu türden bilgilerin yalnızca dün Murat Yetkin'in yazdığı gibi olay yerinin etrafındaki Rus, İngiliz, ABD ve İsrail istihbarat birimlerince bilinmesi yetmez. Türkiye kamuoyu da bu konuda net bilgileri ve kanıtları görmek isteyecektir.
Bu arada Türkiye'nin boğazına kadar Güney komşusuna yönelik örtülü bir savaşın içinde olduğunu da artık kabul etmek gerekiyor. Cumhuriyet tarihinde bir ilk olan bu durumu Selçuklu sultanlarının neler yaptığını hatırlatarak normalleştirmek de aslında mümkün değildir. Yeni Suriye rejiminin de bunları hatırlamayacağından emin olmamak gerekir.