Heyecansız adaylık
AMERİKAN parti kurultayları bir zamanlar kıran kırana siyasi mücadele yapılan, büyük pazarlıkların yaşandığı, sonuçları da önceden pek kestirilemeyen olaylardı. Bugün hemen her şey gibi medyaya odaklı, sonuçları önceden belli her türlü çatışmadan uzak antiseptik bir görüntü vermenin öne çıktığı anlamsız toplantılar ya da panayırlar haline geldiler.
Demokrat Parti'nin geçen hafta yapılan kurultayıyla birlikte ABD'de Başkanlık seçimlerinde geri sayım tam anlamıyla başladı. 2004 yılında yapılan Kurultay'da delegeleri dalgalandıran bir konuşmayla Amerikan ulusal siyaset sahnesine çıkan Barack Obama bu kez Kurultay'ın en renksiz konuşmasını yaptı. Gerek eşi Michelle gerekse eski Başkan Bill Clinton'un konuşmaları (pek çok delegenin içinden "ah bu adam bir kez daha aday olsa" diye geçirdiklerine eminim) çok daha etkileyici, sahici ve enerji veren türdendi.
Kuşku yok ki dört yıllık Başkanlığın ardından Obama'nın büyüsü bozuldu. Herhalde bu kaçınılmazdı da. Obama'nın seçilmesinin en önemli tarafı zaten bizatihi babası Kenyalı bir siyahın ABD Başkanı seçilebilmesiydi. ABD gibi tarihinde ırkçılık gibi ağır bir lekeyi taşıyan, siyahların vatandaşlık haklarını elde etmek için kölelik kalktıktan sonra yüz yıllık bir mücadele vermek zorunda kaldıkları, 1965'e kadar güney eyaletlerinde oy hakkına bile tam sahip olamadıkları bir ülkede pek çok seçmen biraz da bu lekeyi silmek için Obama'ya oy vermişti.
Geçen dört yılın ardından ister istemez o seçimin masumiyeti de geçti. ABD gibi bir ülkeyi yönetmek zorunda kalan her Başkan'ın karşılaşacağı ikilemler Obama'nın da önüne geldi. Cumhuriyetçilerin tamamen sistemi kilitlemek üzerine kurdukları strateji de Obama'nın programını uygulamasını engelledi. Zamanında kendisine destek verenlerin pek çoğu Obama'nın yeterince mücadele etmediğine, Cumhuriyetçilerin faşizan taktiklerine sert karşılıklar vermediğine inandıkları için küstüler.
Açıkçası Obama da bu kez seçime giderken kendisini büyük projelerin, muazzam vaatlerin taşıyıcısı olarak değil Amerikan orta sınıflarını Cumhuriyetçilerin gadrinden koruyacak siyasetçi olarak takdim etti. Gerçekten de Cumhuriyetçilerin orta sınıfları gözden çıkaran, sosyal devleti yok etmeye kadar varacak bir programa sahip olmaları ortadaki seçmeni ürkütüyor. Daha da ötesinde Cumhuriyetçi Parti kendi reaksiyoner tabanını memnun etmek amacıyla sert birgöçmen karşıtı tavrı da benimsedi.
Bu tavır ABD'nin demografik gelişmelerine tamamen ters düşen bir siyasi duruşa tekabül ediyor. Cumhuriyetçilerin Tampa'daki kurultaylarında delegeler arasında beyaz ten dışında bir ten rengi görmek neredeyse mümkün değildi, arada kaynayan birkaç Küba kökenliyi saymazsanız. Demokratlar ise ABD'nin artan çeşitliliğini yansıtan bir kadro ve delege profiliyle toplandılar. 1988 yılında seçmenin yüzde 85'ini oluşturan beyazlar bugün yüzde 74'e düşmüşler. Otuz yıl içinde azınlık konumuna düşmeleri bekleniyor.
6 Kasım'da yapılacak seçimlere kadar çok sarsıcı olumsuz bir gelişme yaşanmadığı, ya da Cumhuriyetçilerin kimliksiz adayı Mitt Romney televizyon tartışmalarında Obama'yı ezip geçmediği takdirde Demokrat Başkan'ın yeniden seçilmesi yüksek ihtimal. İşsizlik oranı halen yüksek olsa bile orta sınıflar borsanın fırlaması ve emlak değerlerinin nihayet yükselmeye başlamasıyla geleceğe biraz daha iyimser bakar hale geldiler.
Son tahlilde Obama adaylığı kabul konuşmasında "elinize oy pusulasını aldığınızda bir nesilden beri karşımıza gelen en açık tercihi yapacaksınız.. İki zıt gelecek vizyonundan birini seçeceksiniz" derken doğruyu söylüyordu. Yeniden seçilirse sebebi sanırım Amerikan seçmenin diğer vizyondan ürkmesi olacak.