Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KEPAZE filme gösterilen tepkilerin şiddeti, öfke dalgalarının kabarması bir kez daha İslam âleminin durumu,Müslümanların neden öyle değil de böyle tepki gösterdikleri, ABD’nin ektiğini biçtiği gibi bildik ve siyasal olarak pek de bir anlam ifade etmeyen tartışmaların gündeme gelmesine yol açtı.

        Bunun yanı sıra, Arap uyanışının bitip bitmediği, “bahar”ın “kış”a dönüşüp dönüşmediği de sorgulandı.

        Özellikle bu sorgulamanın çok haksız olduğunu vurgulamak gerekir. Fransız Devrimi’nin nihayet istikrarlı bir rejime yol açması yüz yıl sürmüştü.

        Rus Devrimi’nin sağlam bir rejim yaratabilmesi inanılmaz sayıda cana mal olan hayli kanlı ve en azından 20 sene süren bir dönemin sonunda gerçekleşmişti.

        Uzunca bir sömürgecilik döneminin ardından Arap ülkeleri nominal bağımsızlıklarını kazandılar.

        Ancak başlarına geçen yönetimler, o sömürgecilik döneminin tüm otoriter, haklara saygısız, egemenlik haklarını kısıtlayan ve vatandaşları tebaa gibi gören anlayışını tekrarladılar. Kendine sosyalist diyeni de ABD veya Fransa ile kanka olanı da, Cumhuriyetler de monarşiler de aynı yönetim biçimlerini benimsediler.

        Şimdi bu karabasandan kurtulmak için zincirlerini kırmış toplumların hemen düzen kurmalarını, istikrar üretmelerini beklemek haksızlıktır, insafsızlıktır.

        Yaşanan sıkıntı Müslümanlıktan, İslam dininden filan da kaynaklanmamaktadır.

        Her dinin mensupları arasında her türden insan vardır. Burada asıl tartışılması gereken iki konu İslam dinini bir siyasi proje olarak kullananların ne yapmak istedikleri ve yapmak istediklerini gerçekleştirmek için kullandıkları metotlardır.

        Bir El Kaideci ile sıradan bir Müslüman’ın ne hayata bakışları, ne meşru diye kabul ettikleri yöntemler ne de hayatı yaşayışları aynıdır.

        on tahlilde Cihadcılar İslam adına İslam dininin kesinlikle reddettiği intiharı bir şiddet ve terör üretme aracı olarak kullanıyorlar.

        Bunu da inançlı bir Müslüman’ın kabul etmeyeceğini varsaymak gerekir.

        Batı’da ve dünyanın başka yerlerinde şiddet eylemlerinin de etkisiyle ortaya çıkan İslam düşmanlığı veya korkusu bir vakıadır.

        Müslüman toplumlar kendilerini tarihte haksızlığa uğramış olarak da görebilirler. Ancak haksızlığa uğrayan diğer toplumların çoğu dünyayla olan meselelerini şiddetten başka dil ve yöntemlerle çözmeye çalışmaktadır.

        Asıl mesele geri kalmışlık, toplumun siyasal örgütsüzlüğü, devletin zayıflığı ve dini kendi siyasal amaçlarına uygun bir ideoloji olarak kullanmak isteyen grupların, örgütlerin varlığı ve kötü niyetli manipülasyonlarıdır. Son olayların patladığı yerlere baktığınızda devleti etkin ya da rejimi meşru hiçbir ülkede işlerin çığırından çıkmadığını görürsünüz.

        Maalesef bu son eylemler Arap uyanışının en önde gelen iki ülkesindeki düzelme eğilimlerine ağır darbe vuracaktır.

        Selefi radikalizmi mevzi kazanabilecektir.

        Toplumlar ciddi bedel ödeyeceklerdir. Juan Cole’nin verdiği rakamlara göre turizmi neredeyse 2010 düzeyine gelen Tunus, yeniden toparlanmaya başlayan Mısır turizmi de bu olayların ardından gene krize girecektir. Öteki sektörlere yabancı yatırım gelmesi hayal olacaktır.

        Tunus ve Mısır’daki göreli olarak ana akım İslamcı iktidarlar ekonomik alanda başarısız oldukları ölçüde radikal unsurların ekmeğine yağ sürülecektir.

        Bunların da ötesinde son olaylar, kanımca, Suriye’de Beşar Esad rejiminin ömrünü uzatacak bir etki yapacaktır.

        Yalnızca Batı değil, dünyanın geri kalanı da Suriye gibi bir ülkede İslami karakteri ağır basacak bir rejimin yönetime geçmesi konusunda çok daha ihtiyatlı davranacaktır. Putin’in tepkisini bu bağlamda değerlendirmek gerekir.

        Libya’da gerçekleşenler ABD’- nin seçimlerden sonra Suriye’ye doğrudan müdahale ihtimalini iyice azaltacaktır.

        Diğer Yazılar