Suriye krizinde bir dönüm noktası
GÜNÜN birinde herhalde "yüksek siyaset" konuşmaktan yorulup esas soruyu daha etraflıca tartışacaktır kamuoyu. Haftalardır sıkıntı yaşayan, çocukların okula üzerlerine yağan mermiler nedeniyle gidemediği Akçakale'de 5 vatandaşımızın ölmesinin müsebbibi kimdir? Bu insanların ölmemelerini sağlamak için gerekli tüm tedbirler alınmış mıdır? Alınmışsa bu felaket nasıl yaşanmıştır? Dış politikadaki tercihlerin bu dramda bir payı, sorumluluğu var mıdır?
Hür Suriye Ordusu, sınırın hemen öte yanında eski gümrük binasında karargâhını kurmuşsa bunun geçen günkü felaketin yaşanmasını güçlü bir ihtimal haline getireceğini düşünen çıkmış mıdır? Düşündüyse ne yapmıştır? Bunca aydır Türkiye'de konuşlanan, beslenen, silahlarını buradan temin eden Hür Suriye Ordusu üzerinde Türkiye hükümetinin hiçbir yaptırım gücü yok mudur? Sınırdan uzaklaşmaya ikna edilmesi mümkün değil midir? Zira herhalde o savaşçılar orada kaldıkça Suriye ordusu ile savaşacaklar ve o zaman geçen günkü gibi bilerek ya da değil Türkiye topraklarına bombalar düşecektir.
Bunlar akla gelen sıradan ve pratik sorulardan bazılarıdır. Ancak mesele pratik soruları aşan ve Türkiye'nin son dönemdeki dış politikasını tekrar, ve eğer lütfedilirse, biraz da özeleştiri içerecek şekilde gözden geçirmesini gerektiren bir noktadadır. Sıfır sorun ilkesine dayalı politikanın şu anda işlemiyor oluşunun müsebbibi elbette ilkenin kendisi değildir. Ancak o ilkenin hayata geçirilmesini mümkün kılan koşullar değiştikten sonra izlenen politika neticesinde Türkiye Batum'dan Hatay'a kadar sınırdaşlarıyla ağır sorunlar yaşamaktadır.
Bu politikanın temel unsuru Türkiye'nin önüne tarihsel bir fırsat çıktığı, bölgesel hegemon olmak için şartların elverişli olduğu, bunun da öne çıkmayı gerektirdiğidir. Bu tespit doğru olsa bile özlenen hedefe ulaşılması bugüne kadar sergilenenden daha fazla dikkat, tevazu, gerçekçilik ve kıvraklık gerektirir. Bölgedeki güç mücadelesinde ayak oyunu çoktur. Zemin kaygandır. Dostla düşmanın kolay ayrılması mümkün değildir. Zaten dostların hesapları da birbirleriyle ille de uyum içinde değildir.
Suriye krizinin uzaması, burada ortaya çıkacak sonuçlar hakkında kuşkuların artması Türk dış politikasının bağlamını da değiştirmiştir. Türkiye'nin derdi yalnızca Suriye ile değil ona bağlı olarak İran'ladır. Irak ile de hem Suriye konusunda farklı yerlere düşmüş olmaktan hem de fazlasıyla kişiselleştirilmiş bir siyaset nedeniyle ciddi ve derin sorunlar yaşanıyor. Bunların ötesinde Rusya Ankara'nın politikalarına sürekli olarak ayar verme hakkını da kendinde görüyor.
Giderek Türkiye'nin Suriye politikası kendi söyleminin tutsağı olmaya başlıyor. Son on sekiz ayın bize gösterdiği bir önemli sonuç var. Türkiye ne yaparsa yapsın tek başına alandaki durumu değiştirmeye muktedir değil, uluslararası kamuoyunu da kendi çizgisine getiremiyor. "Ona izin vermem, buna tahammül etmem, tepkim çok sert olur" söylemi bu gerçeğin üzerini örtmüyor. Üstelik bu sertlik söylemi Akçakale örneğinde olduğu gibi AKP grubunun bile tam destek vermediği bir tezkere çıkararak gereksiz yere vido yükseltmenin yolunu açıyor.
İkincisi Türkiye yalnızdır. Ne müttefiklerde ne de uluslararası sistemde bir müdahale arzusu yoktur. Bu ahlaken utanç verici olsa da bir vakıadır. Sonuçta Türkiye Suriye ile bugünkü şartlarda savaşa girişmeyecektir. Tezkere bu bakımdan temelde içeride öfke kabarmasının önünü almaya yönelik bir adımdır. Toplumda böyle bir istek olmadığı gibi tersine bu türden bir adım hükümetin daha da antipatik olmasına yol açacaktır.
Akçakale ve ardından yaşananlar dış politikada bir yeniden değerlendirme zamanının gelip de geçmekte olduğuna delalet etmektedir.