Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GERÇEKLİĞİ doğru okuyamayan her muktedirin kaderi sayılabilir tüm muharebeleri kazanıp savaşı kazanamamak. Bu kadere teslim olmanın en önemli nedeni de muktedirin yalnızlığıdır. O yalnızlıkta duyulan tek ses muktedirin kendi sesidir ya da ona yaltaklanmaya kalkışanların efendilerinin sesini taklit etmeleriyle ortaya çıkan gürültüdür. O gürültü ise gerçeklikle bağın kopmasının siren sesi sayılabilir. İş o raddeye vardığında iktidar aslında sallantıda demektir ama, sallantıda olmak hemen düşmek anlamına da gelmez.

        Her muktedir, eğer güçlü bir iç disipline, kendisine hoşlanmadığı şeyleri söyleyecek cesarete sahip dostlara/danışmanlara sahip değilse iktidarın sarhoşluğuna teslim olur. Kendi iktidarının mutlaklığıyla efsunlanmıştır. Kimseyi dinlemez. Görmek istediğinin dışındaki hiçbir şeyi görmez. Hatalar zinciri o zaman başlar.

        Türkiye gibi iktidarı elinde tutanın ancak bunun mutlak olması halinde tatmin duyabileceği bir ülkede mutlak iktidar sonun başlangıcıdır. Silahlı Kuvvetler bugünkü perişan haline o mutlak iktidarın verdiği küstah özgüven neticesinde düşmüştür.

        Sonuçta aynı topraktan bittiği için AKP iktidarı da giderek iktidarın sınırının ne olduğunu tayin edemez haldedir. Cumhuriyet Bayramı'nı toplumun farklı kesimlerinin dilediği gibi kutlamasına tahammül edememek aslında acz göstergesidir. Kendi iktidarına güvenen, meşruiyetini seçmenden almış bir iktidar "Ergenekoncu" bile olsa kendisine yönelik muhalif gösteriden korkmaz. O öcüyü göstererek kendi buyurganlığının üzerine kamuflaj örtmeye kalkmaz.

        Başbakan Erdoğan bu yasaklamaları istemiş olabilir. Gazeteci Ruşen Çakır'ın vurguladığı gibi bu hadiselerden kendisine destek veren muhafazakâr tabanı her daim uyanık tutmak, desteğini pekiştirmek için yararlanmış sayılabilir. Zaten iktidar partisinin söylemi artan şekilde iktidarın kaybedilmesi halinde son on yılda kendisine destek verenlerin kazanımlarının elden gideceği korkusunu derinleştirmeye yöneliktir. O anlamda 29 Ekim'i yani Türkiye toplumunun seyrek ortak paydalarından birini kutuplaşmanın aracı haline getirmek taktik bir kazanç sayılabilir. Ama uzun vadede, stratejik olarak bu bir kayıptır.

        Adalet ve Kalkınma Partisi yüzde 50 oyu 4+4+4 felaketini bu ülkeye dayatacağı sözünü vererek almamıştır. O destek ülkeyi giderek daha gergin, daha mutaassıp, daha nefes alınamaz bir yer haline getirmek istediğini söylediği için de verilmemiştir. Dolayısıyla kendi nüvesini sağlamlaştırmak adına attığı, 29 Ekim'i tüm ülkeye zehir etme, Cumhuriyet kavramı etrafında bile birleşmeyi engelleyen yaklaşım tepecektir. Zira bu tavır, kendisine destek veren ama ille de kendisinden olmayanlara yönelik bir saldırganlık da içermektedir.

        29 Ekim'deki rezalet 28 Şubat ölçüsüzlüğünün, izansızlığının, insafsızlığının ve sonraki gelişmelere bakıldığında akılsızlığının bugünkü versiyonudur. Ülkeye yazık edilmektedir. Ne var ki iktidar partisinin Türkiye'nin misyonuna ve kendisine ne ölçüde zarar verdiğini anladığının bir işareti de ortalıkta yoktur. Cumhurbaşkanı'nın ülkeyi gerginliklerden arındırma çabalarına gösterilen sert tepki bunun bir göstergesidir.

        Son olarak şunu da vurgulamak gerekir. AKP iktidarını kökleştirirken yurtdışından önemi ve değeri paha biçilemez destek görmüştür. Avrupa Komisyonu raporunu TV canlı yayınlarında yere atma pejmürdeliği yalnızca bir kadirbilmezlik değil, gerçeklerden kopuk bir siyasi duruşun da göstergesidir. Dış dünyada kredisini tüketmiş, Türkiye'nin dış politikadaki laikliğini köreltmiş, kendisine açılan demokratik krediyi kediye yüklemiş bir iktidarın son durağı bir çıkmazdır.

        Orada da ne Ortadoğu'ya model olma ne de 21. yüzyıla damgasını vurabilme seçenekleri mevcuttur.

        Diğer Yazılar