10 yıl sonra tezkere (1)
CUMHURİYET tarihinde çok az oylama sonuçları itibarıyla 1 Mart tezkeresi kadar önemliydi. Meclis hükümetten gelen, Amerikan askerlerinin Türkiye topraklarına gelmesi ve buradan Irak karşısında kuzeyden cephe açması talebini reddetti. Aslında kabul oyları daha yüksek çıkmıştı ancak iç tüzük gereği "evet"lerin sayısının daha yüksek olması gerekiyordu. İktidar partisi grubundan hatırı sayılır sayıda milletvekili, bazı bakanlar, parti başkanı Tayyip Erdoğan'ın ısrarına rağmen ret oyu kullanmışlardı.
On yıl sonra oylamadaki gizlilik ortadan kaldırılabileceğine göre tutanakların açıklanması mümkün ve kimin nasıl oy kullandığını öğrenme imkânı var. Şahsen Meclis'in bu bilginin geniş kamuoyunca edinilmesini engellemeyeceğini umuyorum. Daha doğrusu bu bilginin açıklanmasının mutlaka gerekli olduğuna inanıyorum.
ABD'nin Irak Savaşı yanlış bir dış politika tercihiydi. Bush yönetiminin 11 Eylül sonrasındaki saldırganlığı ve küstahlığı nedeniyle tamamen o yönetimin siciline yazılmış olsa da bir Amerikan devlet tercihiydi. Başka bir yönetim, savaşı uluslararası meşruiyeti daha fazla gözeterek yapabilirdi. Ama Irak'ta Saddam Hüseyin'in devrilmesi hedefi üzerinde Amerikan sisteminde geniş bir mutabakat vardı.
Nitekim 1 Mart tezkeresi hakkındaki kapsamlı ve titiz çalışmasına gazeteci Murat Yetkin dönemin AbD Savunma Bakanı William Cohen'in 6 Kasım 1998'de Ankara'ya yaptığı bir ziyaretle başlar. Yetkin'e göre Cohen o ziyaretinde Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e giderek ABD'nin Saddam'ı devirmek istediğini, olası bir Irak savaşında Türkiye'nin desteğini beklediklerini anlatmıştı.
2002 yılında Bush yönetiminin Irak'ta savaşa gideceği belli olduğunda Türkiye sıkışmıştı. Kamuoyu açısından mesele çok basitti. Tıpkı 1990'da Saddam Hüseyin Kuveyt'i işgal ettiğinde olduğu gibi ABD'nin başını çektiği bir müdahaleye karşıydı. Sağcısıyla, solcusuyla muazzam bir toplumsal muhalefet gücü harekete geçmişti. Meclis'teki oylama anına kadar da siyaset üzerindeki baskısı tüm gücüyle sürdü.
Gerçi aynı kamuoyu Irak'ta Kürtlerin güçlenmesine, devlet kurma imkânına sahip olmasına da şiddetle karşı çıkıyordu. Amerikan savaşının ana hedefinin bu olduğuna da inandığından öfkesi bileniyordu. O nedenle çoğunluğu oluşturmasalar bile ABD'nin taleplerine hayır deyip Kürtleri engellemek için Türkiye'nin kendi askeri müdahalesini yapmasını savunanlar da vardı. Özellikle CHP içinde.
Ülkeyi yöneten seçkinler açısından da durum aslında çok farklı değildi. Bu savaşı Türkiye devleti istemiyordu. Savaşın bağımsız Kürdistan ihtimalini güçlendireceğinden kaygı duyuluyordu. Zaten Washington'un asıl amacının Kürdistan kurdurmak olduğu inancı Körfez Savaşı'ndan beri Türk-Amerikan ilişkilerine zehir akıtıyordu. Onbir yıl boyunca Türkiye nefret ettiği "Çekiç Güç" uçuşlarına izin vermek zorunda kalmıştı. Karşılığında PKK'ya karşı Kuzey Irak'a istediği gibi girebildiği ve o topraklarda özel harekâta bağlı birlikler bulundurabildiği için bu durumu sineye çekiyordu.
Dış politikada sözü geçen altı kurumun üçü, Meclis Başkanlığı, anamuhalefet ve Cumhurbaşkanlığı ABD askerlerinin ülke topraklarına gelmesine kategorik olarak karşıydı.
Başbakanlık bir yandan ABD ile müzakere ediyor, diğer yandan savaşı engellemenin yollarını arıyor, bir diğer yandan da tezkerenin geçmemesi için el altından çalışıyordu. Dışişleri ve Genelkurmay maliyet hesaplarını yaptıklarında işbirliğinden yanaydılar ama belli ki içlerine sinmiyordu.
Yetkin'in dönemin Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'tan yaptığı bir alıntı sıkıntıyı güzel özetliyordu: "İnsani olarak içimize sinmeyen, kamuoyumuzun desteklemediği bir savaşa giriyoruz. Ama bu işin dışında da kalamayız. Amerikalıları desteklememiz lazım."
Tezkere reddedildiğinde hükümet bu nedenlerle çok tedirgindi ama korktuğu da başına gelmedi.