Üçüncü İntifada başlıyor mu? (1)
OBAMA yönetiminin Filistin-İsrail barışı kotarma çabaları beklendiği gibi büyük bir fiyaskoyla sonuçlanınca hemen herkes Üçüncü İntifada’yı beklemeye başlamıştı. Ne var ki Hamas arkasındaki İran ve Mısır desteklerini kaybettiğinden hayli zayıftı. Batı Şeria’daki yönetim ise şiddete başvurma yanlısı değildi. Filistin birlik hükümetinin bu koşullarda kurulmasından sonra, İsrail’in bundan duyduğu rahatsızlığın bir şekilde kendini göstermesi bekleniyordu.
Üç İsrailli gencin kaçırılıp öldürülmesi, buna karşılık olarak bir Filistinli gencin 6 İsrailli tarafından yakılarak öldürülmesi yeni şiddet döneminin önünü açan son dönemdeki gelişmelerdi. Bu şekilde Suriye ve Irak’taki gelişmeler nedeniyle arka planda kalan, açıkçası dünyanın da pek umursamadığı Filistin sorunu bir kez daha gündeme damgasını vurmaya başladı. Ortadoğu’nun siyasi coğrafyasının ve ittifakların hızla değiştiği, kargaşanın hâkim olduğu bir dönemde Filistin sorununun ilelebet sürüncemede bırakılmasının maliyeti bir kez daha ortaya çıktı.
Bu maliyet IŞİD’in sebep olduğu muazzam yıkım, bilinen düzenin tahribi, şiddet müptelası bir örgütün mezhep savaşlarının daha derinleşmesine yol açarak bölge devletlerini tehdit etmesi kadar vahim düzeyde değil elbette. Ne var ki, Filistinlilerin maruz kaldığı adaletsizlik giderilmedikçe de bölgede adil bir düzen kurma çabaları bir sonuca ulaşamayacaktır.
Bu bağlamda Suudi Arabistan’ın eski istihbarat şefi Türki el Faysal’ın 2002’deki Arap barış planının hâlâ masada olduğunu söylemesi önemli bir gelişmeydi. Bugünkü İsrail hükümetinin ise bu tür bir çözümle ilgilendiğini söylemek mümkün değil. Dolayısıyla kilitlenme devam edecek demektir. Filistin-İsrail hattındaki gelişmeler elbette Irak savaşı ve Suriye iç savaşının yarattığı genel stratejik ortam içinde yaşanıyor. Önce buna bakmakta yarar var.
ABD’nin fiyaskoyla sonuçlanan Irak savaşının sonucunda Ortadoğu’nun Arap olmayan devletleri ve yarı devlet sahibi Kürtler kazançlı çıktı. Dikkatlerin kendi üzerinden çekilmesinden ve Bush yönetiminin koşulsuz desteğinden yararlanan İsrail, Filistin topraklarını kolonize etme siyasetini durmaksızın sürdürdü.
Arap dünyasının perişanlığı, Irak devletinin çöküşü, Hizbullah ve Hamas gibi örgütlerin yerleşik rejimlerde yarattığı antipati nedeniyle dış güvenliğinde de bir sıkıntı yaşamadı. İsrail’in, Arap isyanları nedeniyle yaşadığı telaş ise Körfez kaynaklı karşı devrimin ve Suriye’deki iç savaşın yarattığı yeni gerçeklik nedeniyle yatıştı. Filistin sorunu konusunda İsrail kendisini gayet rahat hissetmesine rağmen aslında mesele iyice içinden çıkılmaz bir hal almaya da başladı. En basitinden iki devletli çözüm ihtimali gün günden zayıflıyor.
Irak savaşı sayesinde İran, Körfez bölgesinde kendisini askeri açıdan dengeleyebilecek tek hasmından kurtulmuştu. Amerikan işgali sonrası iktidara gelenler İran’a yakın kişilerdi. İran yalnızca bir düşmandan kurtulmamış, Körfez’in diğer ülkelerine karşı muazzam bir stratejik üstünlük elde etmişti. Artık yakın müttefiki Beşar Esad’a ve Hizbullah’a Irak üzerinden yardım edebiliyor, geniş bir alanı kontrolü altında tutarak Doğu Akdeniz’e ve İsrail sınırına erişebiliyordu.
Suriye’deki rejimin düşmesi ihtimali karşısında tüm gücüyle buna karşı çıkıp, rejimi yerinde tutmayı da başardı. Bir yandan da İran toplumunu çok sıkıştıran ambargolar karşısında Obama yönetimiyle müzakerelere başlama basiretini gösterebildi. ABD ile İran’ın gelecekte işbirliğine gitme ihtimali bile bu bağlamda konuşulur oldu. Tahran’ın hemen her cephede başarılı olduğu düşünülürken Musul düştü. IŞİD’in ve onu destekleyen Sünni aşiretlerin ve grupların askeri ve siyasal denkleme girmesi İran’ın karizmasını çizdi.