Gazze ve Türk dış politikası
SONUNDA HAMAS’ın siyasi olarak kazançlı çıkacağı Gazze kıyımı aslında bölgedeki görünür dengelerin de her an değişebileceğine delalet ediyor. Daha önce yazdığım gibi HAMAS bu çatışmaya siyasi gücünün dibine vurmuş halde, beş parasız ve müttefiksiz girdi. Ancak onca ablukaya rağmen sahip olabildiği füzeler, inşa edebildiği tüneller, İsrail’i tam da istediği yere çekmesine imkân verdi.
İstediği, İsrail bombardımanı sonucunda yaşanan sivil katliamının meseleyi dünya kamuoyu açısından ahlaken taşınamayacak bir noktaya getirmesiydi. Bunun ötesinde kendi açısından, direnebildiğini göstermek ve Filistin yönetiminin çaresizliği karşısında hâlâ Filistin davasının taşıyıcısı olduğunu kanıtlamak hedefini güdüyordu.
Johns Hopkins Üniversitesi’nden Ariel Ilan Roth’un Foreign Affairs Dergisi’nde çıkan yazısı da bu sonuca varıyor. Roth, İsrail’in askeri gücünü en ağır şekilde kullanarak taktik bir başarı elde etse bile stratejik olarak başarısız olduğunu savunuyor. Bu değerlendirmeye varırken başlangıç noktası “HAMAS’ın stratejik hedefinin İsrail toplumundaki normallik duygusunu sarsmak” olduğuydu. Daha önceki çatışmalarda görülmeyen şekilde “son şiddet sarmalı, (hayatın normal akışı üzerinde) muazzam bir rahatsızlık yarattı”.
HAMAS yalnızca şu ana kadar 2008- 2009’daki savaşa göre İsrail ordusuna daha yüksek zayiat verdirmekle kalmadı, sosyal medyanın da etkisiyle, yaşanan kıyımın dünya kamuoyunda infial yaratmasını sağladı. Bu şekilde de aslında İsrail’in ve onun arkasında mıh gibi duran ABD’nin temel eksikliğini vitrine çıkarmış oldu. O eksiklik de İsrail tarafının stratejik anlamda bir barış planı olmamasıdır.
HAMAS, İsrail’i savaşa çekmeyi becererek, ki Netanyahu değilse bile kabinesinde pek çok bakan bu tuzağa düşmeye gayet meyilliydi, “İsraillilerin, Filistinle bir anlaşmaya varmamanın maliyetsiz olduğuna dair inancını da tuzla buz etti”. Üstelik, pısırık Filistin yönetiminin beceremediğini gene İsrail’in oransız şiddetinden yararlanarak başardı: “Filistin davasını yeniden dünya gündemine oturttu ve güçlü bir saldırgan karşısındaki zayıf kurban Filistinli imajını da sağlamlaştırdı.”
Gene de HAMAS’ın geleceğinin ne olacağı büyük ölçüde Araplararası siyasetin meseleyi buradan sonra hangi noktaya götürmek istediğiyle ve Mısır’ın tavrıyla belirlenecek gibi. HAMAS’ın da bir noktada kendi toplumuna bu kadar ağır maliyetler ödetmeden siyasi açılım yapabilecek noktaya gelmesi gerekir. Ancak bunu yapabilmesini sağlayacak bir düzgün partneri yok. Katar bu yükü taşıyamayacak kadar güçsüz, Türkiye ise bu denklemde ağırlıklı şekilde yer alabilecek bir oyuncu değil. Bu hafifliğin nedenleri saymakla bitmeyecek kadar çok aslında. En başta Türk dış politikasının özellikle son 5 yılda neredeyse tümüyle iç politikaya endeksli hale gelmesinin etkisi var. İkincisi de Arap isyanları sonrasında ideolojik heveslere teslim olmanın getirdiği en çarpıcı şekilde Suriye’de ve bir ölçüde Mısır’da ortaya çıkan başarısızlık. Buna herkese ayar verme ve dünya sistemine itici gelecek bir üsluba teslim olma eklenince Türkiye zirveden tepe taklak düşüverdi. Bir bakıma taktikleri olan ama Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile ilişkisi dışında stratejisini kaybetmiş bir ülke görünümünde.
Türkiye kamuoyu, görünürdeki tüm çılgınlığına rağmen bunu görmüş gibi. Metropoll’ün son kamuoyu araştırmasına göre, 2011’in aralık ayında yüzde 71 oranında başarılı görülen dış politikayı, bugün ancak yüzde 41.3 başarılı buluyor. Özel olarak Ortadoğu politikasını başarılı bulanların oranı yüzde 37.7 iken, Irak politikasını yüzde 28, Suriye politikasını ise ancak yüzde 27 başarılı buluyor. Toplumun yüzde 66’sı Suriyeli mülteciler nedeniyle kaygı duyuyor.
Metropoll’ün en çarpıcı bulgusu ise kamuoyunun Türkiye’nin yüzde 40 oranında Sünni mezhepçi siyaset izlediğini düşünmesi ve yüzde 63.7’lik bir oranla mezhepçi siyaset izlenmesine karşı çıkması