Sistem tercihi
İKI gün sonra Cumhurbaşkanı ilk kez halk oyuyla seçilecek. Bu seçimin ilkliğinden kaynaklanan özelliği dışında asıl önemi Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilirse Türkiye’yi bir sistem değişikliğine götürebilecek olması. Bu sistem değişikliği eğer gerçekleşirse, hemen tüm kurumların, hukuk algısının, güçler ayrılığı ilkesinin ve uygulamalarının ağır hasar gördüğü bir ortamda hayata geçecek.
Son yılların deneyimi ışığında bu değişimin tek adam yönetimine, iktidarın şahsileşmesine ve mutlaklaşması hedefine hizmet edeceğine kuşku yok. Bunun yanı sıra siyasetin dili giderek daha fazla dini referanslara yer verecek. Özellikle ekonomik durum daha kırılgan ve siyasi durum daha gerginleşirken Batılılaşma projesini cebren tersine çevirmek amacını güden yeni toplum mühendisliği çabası ülkeyi daha da kutuplaştıracaktır.
Yeni bir sistem ve dindarlaştırma, hatta mezhepsel üstünlük üzerine kurulu bir toplumsal projeyi seçmene sunan Tayyip Erdoğan’ı destekleyenlerin kahir ekseriyeti açısından ülkedeki kurumsal çöküşün belli ki bir önemi yok. Üstelik kendisine oy vereceklerin içinde Adalet ve Kalkınma Partisi seçmeni olmayanlar da var. Erdoğan’ın mitinglerinde “Senin uğrunda ölürüz” diye haykıranlar, ağlayanlar, çığlık atanlar soyut ilkelerden değil somut verilerden ya da hayatlarına neyin dokunduğu sorusunun cevabı üzerinden karar veriyorlar.
Son yıllarda maddi hayatlarında yaşadıkları olumlu gelişmeler bu seçmenin Erdoğan ile arasındaki yoğun duygusal bağın yalnızca bir boyutu. Diğer boyutunda sürekli tekrarlanan bir söylemle mutlak gerçeklik haline gelmiş olan geçmiş mazlumiyetlerin, ezilmişliğin kırılması var. Kimlik özgürlüğü, ve bu kimliğin dayatılabilmesinden duyulan haz duygusal bağı daha da mutlak ve keskin hale getiriyor. Belki de bu nedenle kampanyaların bunca eşitsiz, hakkaniyetten uzak ve adaletsiz koşullarda yapılmasından da en ufak bir rahatsızlık duymuyor.
Zaten dünya siyaset tarihindeki tüm popülist rejimler ve liderler de benzer dinamiklerden beslenmiştir. Bu kitle açısından, dünyanın başka yerlerinde de görüldüğü gibi hukuk, kurumlar, kurallar gibi daha soyut gelen kavramların bir geçerliği yok. Gene tüm bu örneklerde, deneyim o büyük heyecanıyla lidere mutlak güç veren ve onu ilahlaştıran kitlenin aleyhinde sonuçlanmıştır. Ne var ki bunun lafla anlatılması, trajik sonun önlenmesi de mümkün değildir.
Tam da bu noktada diğer iki adayın, Ekmeleddin İhsanoğlu ile Selahattin Demirtaş’ın Erdoğan’a zıt bir üslup benimseyerek seçim kampanyasını sürdürmeleri her şeye rağmen Türkiye açısından bir şanstır. Başka türlü bir siyasetin, insanı utandıran, nefret dolu bir söylem dışında bir dilin mümkün olduğunu iki aday göstermiştir. Siyasetçinin hoş, mizah duygusuna sahip, dilinin kıvraklığını saldırganlık değil keyif için kullanabilen bir kişi olabileceğini de gösterdiler.
İhsanoğlu, siyaseten güçlü mesajlar veremese bile, küstahlıkların nasıl zarafetle küstahlığı yapana döndürülebileceğin döndürülebileceğinin nezih örneklerini verdi. Demirtaş, önyargılarına kolay teslim olan bir toplumun hem aklına hem yüreğine ortak bir dil üzerinden hitap ederek kapalı kapıları açmayı becerdi. İki aday kendi özgün üsluplarıyla kavrayıcı, kapsayıcı bir siyasetin mümkün olduğunu gösterdiler.
Pazar günkü seçim farklı siyaset ve demokrasi anlayışları, farklı üsluplar ve farklı toplumsal projeler arasındaki bir yarış olacak. Denetimsiz Başkanlık rejimine gidilmesini engelleyebilmek için ilk turun yegâne tur olmamasını sağlamak gerekir. Zira bu bir gelecek tercihidir.
Bu seçimin hiç değilse sandıkta düzgün yapılması büyük önem taşıyor. Ben sandık gözlemciliği yapacağım. Hâlâ heyecanı olanlar www.oyveotesi.org adresine girerek katkıda bulunabilirler.