Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        SOĞUK Savaş sonrasında Türk-Amerikan ilişkileri yeni döneme uygun stratejik zemini bulmak ve tanımlamak konusunda hayli sıkıntı çekti. Türkiye’nin güvenlik seçkinlerinde hep hükmünü sürdüren, bağımlı oldukları süpergüce aynı zamanda derin bir şüphe hatta öfkeyle bakma alışkanlığı bu dönemde de devam etti. Toplumdaki farklı kesimler de zaten ABD’ye yönelik güvensizlikten düşmanlığa uzanan duygulara sahiptiler.

        1990’lı yıllarda kamuoyunun hatırı sayılır bir kesimi ABD’nin Irak’ta bir Kürt devleti kuracağına, PKK’yı beslediğine, Türkiye’yi bölmek istediğine inandı. Arada gerçekleşen olaylar da bunları güçlendirecek mahiyetteydi. Hürriyet Gazetesi’nde geçen hafta çıkan bir mülakatta emekli Orgeneral Edip Başer, Cansu Çamlıbel’e söyledikleriyle bu duygunun/inancın/düşüncenin ne kadar yerleşik olduğunu sözleriyle kayda geçiriyordu.

        Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun Genelkurmay Başkanlığı’nı Hilmi Özkök’e devretmeden önce, halefine bir darbe olsun diye aldığı kararla Kara Kuvvetleri Komutanı olması beklenen Orgeneral Başer emekliye ayrılmıştı. Daha sonra ABD’li General Ralston ile birlikte Terörle Mücadele Özel Temsilcisi oldu. Anılarını yazdığı Kanatsız Uçmak adlı kitabı da yeni çıkan Orgeneral Başer, NATO subayı olarak geçirdiği onca yıldan sonra Türkiye’nin Atlantik İttifakı’ndaki en önemli müttefikinin niyetlerini ciddi şekilde ve kendi yaşadığı olaylar çerçevesinde sorguluyor.

        Orgeneral Başer’e göre, “ABD’nin nihai amacı Büyük Kürdistan’ın kurulmasıdır. PKK gücünü ABD’den aldığı desteğe borçludur. Kendi sözlerinden nakledersek: “(2006’da) Amerikan Silahlı Kuvvetleri’nin bir dergisinde bir harita yayımlandı. ‘Büyük Kürdistan’ı ayrı bir devlet olarak gösteren ve Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin büyük bir kısmını içine alan bir haritaydı bu.

        ABD’nin kafasındakinin bu olduğu kanısındayım ben. Büyük Kürdistan’a doğru gidiyoruz evet. Önce Türkiye Kürdistan’ını da içine alacak bir Kürdistan, ondan sonra da Büyük Kürdistan...Şimdi artık Amerika için Boğazların eskisi kadar önemi kalmadı. Amerika artık Boğazları elinde tutan bir Türkiye’ye, petrol bölgelerine hâkim ve İsrail’in güvenliği açısından hayati olan bir Kürdistan’ı mutlaka tercih eder.”

        Bu değerlendirme ışığında PKK’nın rolünü ise Orgeneral Başer şöyle değerlendiriyor: “PKK’nın varlığını onlar bir ara bu Kürdistan oluşumu için çok önemli bir unsur olarak gördüler. Belki de hâlâ öyle görüyorlar. Kuzey Kürdistan’ı yani Türkiye ile ilgili olan bölümünü oluşturmak için PKK’ya çok önemli görevler verildiği kanısındayım. Barzani’nin ve diğerlerinin bu görevi verdiği, Amerika’nın da bunu desteklediği kanaatindeyim.”

        Orgeneral Başer’in dile getirdiği kuşkuların, güvensizliğin ve satır arasındaki öfkenin Türkiye’de geniş kamuoyu tarafından da paylaşıldığına kuşku yok. ABD ne yaparsa yapsın bu algıyı değiştiremiyor. İlişkilerin zirve noktası gibi görülen, Türkiye’nin stratejik ortak diye tanımlandığı Clinton döneminde bile bu nedenle ABD’nin kamuoyundaki popülaritesi yüzde 55’lerdeydi.

        Bu güvensizlik ve ABD niyetleri hakkında kuşku toplumun genelinde güçlü. Bugünkü iktidar tarafından da en azından bazı boyutlarıyla paylaşıldığını düşünmek için yeterli neden var. Bu durumda ABD’nin Suriye ve Irak’ta yapmak istedikleri ve müttefiklerinden talep ettikleriyle, daha doğrusu Washington’un öncelikleriyle Türkiye’ninkiler uyuşmuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediklerinden anlaşılan Türkiye’nin önceliğinin gene “Büyük Kürdistan” a yol açacak bir gelişmeye ve PKK’yı güçlendirecek bir oluşuma izin vermemek ve Esad’ı devirmek olduğudur. ABD’ninki ise Bağdat kapılarına dayanmış İD’yi püskürtmek. ABD, Türkiye’nin önceliğini kabul etmedikçe hem kadim devlet bakışı hem de ideolojik/siyasi nedenlerle hükümetin İD’ye cephe açması kolay gözükmemektedir.

        Diğer Yazılar