Burada bir melek yatıyor!
-PARİS-
BAYRAM günü evlatlarınıza, anne babanıza sarılırken; kayıplarınızı anarken “beklediğiniz” yazı veya haber böyle bir şey değil. Bağışlayın!
KATİLLERİ BULUNDU
“O minik kız” doğduğunda Seyhan da 1 yaşında olmalı. “Minik kız” ölü bulunduğunda Seyhan 5 olmalı. Seyhan bir çukurda kaybedildiğinde, “Minik kız” bir çukurda bulunalı 8 yıl geçmiş olmalı.
Seyhan’ın adı vardı; cesedi, kemikleri, mezarı yoktu... “Minik kız”ın cesedi, kemikleri, mezarı vardı; adı yoktu.
Seyhan’ın adı kemiklerine kavuştuğunda, hepsi bir mezarda buluştuğunda, “Minik kız”ın cesedi bulunalı 26 yıl olmuştu.
Seyhan 36, “Minik kız” 35 yaşında olacak, bu dünyada, ayrı ülkelerde birbirlerinden habersiz de olsa, yaşayacaklardı. Melekler nerede buluşuyorsa, şimdi oradalar.
“Minik kız”ın katilleri 31 yıl sonra, bu hafta bulundu. Seyhan’ınkiler belli... belirsiz!
Seyhan’ı bilirsiniz. Yıllarca o kadar çok yazmışım ki. 1995 Cumhuriyet Bayramı yıldönümünde gözaltına alınıp yok edilen 13 yaşında bir çocuk.
17 yıl sonra kuyuda, asitten geri kalmış kemikleri bulunmuş, DNA’dan kemiklere adı verilmiş, 18 yıl sonra mezarı olmuştu.
KİMLİĞİ BELİRLENEMEDİ
“Minik kız”ın cesedi 11 Ağustos 1987’de, Fransa’da A10 Otoyolu kıyısında çukurda bulundu. Yüzünde, bedeninde ütü yanıkları; etini koparan diş izleri, kemiklerinde kırıklar, her yanında yara bere vardı.
“Akdeniz tipi” dendi; cep telefonu, kamera bulunmayan devirde, 150 bin afişle o masumiyeti öldürülememiş yüz her yere dağıtıldı. 65 bin okul, 10 bin hastane, doktor tarandı. 30 ülkeye yollandı fotoğrafları:
95 santim boyu, bukleli saçları, koyu kahve gözleri, bir de sadece 4 yaşı vardı!
Üstünde pembe beyaz pijaması, desenli gecelik.
Kimlik tespit edilemedi; yaşayanlar arasında adı “Minik kurban kız” kaldı; ölüler arasındaki adını savcı mezarına yazdırdı: “Burada bir Melek yatıyor!”
DOSYA KAPANMASIN
2007’de dosya yeniden açıldı. Bedeninde “ailesine ait DNA, eski Citroen fabrikasından kaporta izleri, bir köyden kum” vardı. DNA hangi ailenin, bulunamadı. “A10-çocuk” diye bir mail adresi oldu yavrunun.
2012’de bir savcı, zamanaşımına uğramasın diye, yeni tanıklar icat etti, dosyayı sıcak tuttu. Yine sonuç çıkmadı.
6 adet farklı saç kılından DNA örneği, artık gelişmiş olan veri tabanına kaydedilmişti.
AİLESİ BULUNDU
2016’da küçük bir yerde, dükkân rekabeti yüzünden 31 yaşında genç bir adam, bir başkasını tekmeledi. Gözaltına alındı. “Şiddet”ten tutuklandı. O ara DNA örneği de alındı. O DNA gitti, 30 yıl önce cesedi bulunmuş “Minik kız”ın DNA’sıyla buluştu.
Daha doğrusu, adam, ablasıyla buluşmuştu!
İlerledi soruşturma; önce aile tespit edildi. “Sosyal yardım”dan önce 7 çocuk için yararlanırken, 1987 sonrası 6 çocuğa indikleri, derken yerleri. 2010’dan beri ayrı yaşayan 66 yaşındaki baba Ahmed ve 64 yaşındaki anne Halime gözaltına alındı.
“Minik kız”ın bir doğum günü oldu, ölüm gününden sonra: 3 Temmuz 1983. Sanki 35’inci doğum yıldönümüne yetişsin diye! Bir de adı oldu, “Melek”in: İnas. Yani “kızlar”, yani “görme, bilme” bir manada da.
18 ay doğduğu Fas’ta yaşamış, sonra bir çukura atılacağı Fransa’ya getirilmişti. 7 kardeşin 3’üncüsü, 3 kızın en küçüğüydü!
Katil zanlıları, şimdi birbirlerini şiddet düşkünü diye suçlayan anne ile babası. O yüzden onların soyadı “Tulub”u yazamadım, adının yanına!
İNAS, İNAS...
Seyhan’ın katilleri bilinmiş ama bulunmamıştı; ama yine de anne-babasına sarılarak uyuyabiliyor; artık ne kadar huzurla ise!
Çünkü annesi Asiye Doğan onun akıbeti peşinde gözaltına alınmış, işkence görmüş, hastalanmış, oğlunun kayboluşundan 5 yıl sonra kalbi durmuştu. Onun bayrağını Ramazan Doğan almış, “Oğlumun kemiklerini arıyorum” derken 2010’da onun kalbi de yetmemiş, Dargeçit’ten uzakta, İstanbul’da karısının yanına gömülmüştü.
2013’te anne-baba mezarlarından çıktı; artık kemikleri ve mezarı olan Seyhan’ın yanına koştu.
İnas’ın öyle olmayacak; çünkü katilleri anne, baba; belki biri, belki ikisi çıktı. Öldürüp otoyol kenarında bir çukura atacak ve 31 yıl buna dayanabilecek kadar!
Bir Berberi şarkısı, “İnas, inas... Söyle ona, gerçeği” diye akıp gider!
YİNE DE UMUT VAR
Dünyanın çocuklara karşı da merhametsiz olabilişine dair bu öykülerde yine de umut var; çocukların canı pahasına. Biri kavuşmaya dair; diğeri hakikatin, adaletin er geç bulunabileceğine.
Yoksa, çocuklar, ah çocuklar!..