Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Derya Sazak ile Yalçın Akdoğan arasında “Müdahale-baskı-işten attırma” ve “Gazetecilik ahlakı-özgürlüğü” polemiği var.

        Sazak, gazeteci. Akdoğan, iktidar.

        Yanılmıyorsam, Akdoğan’ın da Sazak’ın yıllarca çalıştığı Milliyet’te stajyerliği var.

        ***

        Sazak, daha ziyade vaka (iddia) sıralıyor.

        Kimin alınması için baskı yapıldı, yazarlar nasıl attırıldı, kim devreye girdi, “İmralı zabıtları” vakasında “Akdoğan nasıl tehdit etti” diye.

        Akdoğan iddiaları reddedip şunu ilan ediyor:

        Basın ahlakına sahip olmayanlar basın özgürlüğünden dem vuramaz!

        ***

        Bunu nasıl anlamalıyız?

        “Basın ahlakı olmayanlar” basın özgürlüğü üzerine konuşamaz, diye mi…

        “Basın ahlakı olmayanlar”ın basın özgürlüğü de olamaz, diye mi?

        İlki bir görüş, bir eleştiri, bir temennide kalır…

        Diğeri ise kendi ahlak görüşüne münasip biçimde, cezalandırmaya, özgürlükten mahrum bırakmaya, baskı yapmaya kadar gider.

        ***

        Madem medya etiğiylebu kadar ilgili, Akdoğan “Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi”ni okudu mu?

        Umarım Sazak zaten okumuştur.

        1996-98 döneminde, aylarca dünyadaki tüm etik-deontolojik-meslek ilkelerine dair metinler ile arkalarındaki özgürlük, sorumluluk, hak felsefesi ile gazetecilik tarihi üzerinde çalışıp yazdığım, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nde oylanıp kabul edilen, 3 binden fazla gazetecinin imza attığı bir beyannameydi.

        Ana fikri, “hak, özgürlük ve sorumluluk”un birbirine bağlı, koparılamaz olduğu.

        Hak olmadan özgürlük…

        Özgürlük olmadan sorumluluk olmaz!

        Özgürlüğü, özgürlük idealini güvenceye alacak olan; toplumsal haklar, insan hakları, gazetecilerin işyeri şartları ve örgütlenmeye, iktidar-asker-patron-sermaye baskısından korunabilmesine dair haklar.

        Özgürlük, o güvencelerle, elbette sübjektif görüş ve ideolojilerden de etkilenerek, ama temel hakkaniyet, doğruluk, vicdan değerleriyle hakikati ortaya çıkarmak, önem sırasına göre ayırmak, sunmak, değerlendirmek-eleştirmek içindir.

        Kafana göre takıl diye değil!

        Haberi araştırabilme, meydana çıkarma, sunabilme özgürlüğü.

        Sorumluluk, özgürlüğün belkemiği, vicdandır. Topluma, bireylere, hakikate karşı sorumlu olmak yani.

        ***

        Bir diğer ana fikir, bu üçlünün kimsenin iradesine, keyfine, otoritesine tabi olamayacağıydı.

        Öncelikle vicdanlara emanet olduğu; “başka hak ve özgürlüklere karşı suç iddiası” halinde ise, demokratik hukuk çerçevesinde konu edilebileceği.

        Bugün Akdoğan veya başkası, dün Çevik Birler filan eleştirebilir, suç duyurusu yapabilir ama üzerinde otorite kesilemez. (Tabii öyle olmuyor!)

        Patronları arayamaz; işten kovdurmaya kadar otorite konuşturamaz. (Tabii aynen böyle oluyor!)

        Şöyle yazar “Bildirge”de:

        Gazetecinin hakları, halkın haber alma hakkı ve ifade özgürlüğünün; meslek ilkeleri de dürüst ve doğru iletişimin temelidir. Meslek ilkeleri gazetecinin, basın-yayın organlarının özdenetimini öngörür; değerlendirme mercii öncelikle vicdanlardır.

        Gazeteci, basın özgürlüğünü halkın doğru haber alma-bilgi edinme hakkı adına dürüst biçimde kullanır.

        Her tür sansür ve otosansürle mücadele etmeli, halkı da bu yönde bilgilendirmelidir.

        Gazetecinin halka karşı sorumluluğu, başta işvereni ve kamu otoritelerine karşı olmak üzere, öteki tüm sorumluluklardan önce gelir.

        Bilgi ve haber ile özgür düşünce, herhangi bir ticari mal ve hizmetten farklı olarak toplumsal nitelik taşır.

        Gazeteci ilettiği (iletmediği) haber ve bilginin sorumluluğunu üstlenir, paylaşır. Gazetecinin özgürlüğünün içeriğini ve sınırlarını öncelikle sorumlulukları ile meslek ilkeleri belirler.

        ***

        “Bildirge”nin gerisi bazen genel, bazen ayrıntılarla bu şekilde devam eder..

        Gazetecinin kimse ve hiçbir kurum ile özdeşleşmemesi gerektiğine vurgu yapar.

        Onca yıl sonra, başka hususlar eklenebilir, kimi ayrıntı çıkarılabilir ama işin özü değişmez!

        ***

        Sevmediği, kızdığı, “ahlaksız” bulduğu, işten atılmış-attırılmış gazetecileri bir yana bıraksın Akdoğan…

        Şu sorunun cevabını verebilse yeter:

        Havuz Medyası denen medyada “doğru dürüst bir hükümet eleştirisi, iktidarı zorlayıcı tek bir haber” çıkabiliyor mu?

        “Ahlaki” bulduğu, “özgürlük” dediği bu mudur?

        Zoraki yahut gönüllü, bir gazetecinin bağımsız vicdan ve hakikatten vazgeçip otoritelere yamanması, yaltaklanması mıdır “basın ve gazetecilik ahlakı, vicdan özgürlüğü, hakikate saygı”?

        Hakikaten boş versin zaten sevmediğini, kızdığını…

        Sevdiklerine, refakatçilere, katiplere baksın:

        Bu mudur gazeteci, gazetecilik, diye!

        Desin ki, işte “Örnek gazeteci, üfleneni yazan filancadir… Örnek yönetmen, manşeti havuzdan alandır”!

        ***

        Doğan’dan, Erdoğan’a, Akdoğan’a az gittik, uz gittik:

        Elbet bu iktidardan da önce gazeteciliğin sefalet-rezalet, itaat-biat, manipülasyon-propaganda, sansür-otosansür portföyü çok çok genişti.

        O genişliği aldılar…

        Vura vura, kıra kıra, oya oya tam yalama yaptılar!

        Not: Sazak da baskı ve kovulmaları bu devirde icat oldu sanmıyordur, umarım!

        Diğer Yazılar