Ne nostalji ama!
Masal bu ya, şöyle oluyor mesela:
Cumhurbaşkanı “çok uzun” bir ayrılıktan sonra, hasrete dayanamayıp Bakanlar Kurulu’na başkanlık ediyor.
Gözünün önünden yıllar bilfiil, bir fiil, bir fil, bir film gibi geçiyor.
İlk kabinesini hatırlıyor:
CHP’nin de desteği sayesinde, saçma siyasi yasağı kaldırılmış, ara seçimde Siirt’ten seçilmiş, emaneti Gül’den alıp başbakan olmuş.
14 Mart 2003.
İşte 12yıl önceki o günü hatırlayıp 12 yıl sonra karşısında sıralanan bakanları taramaya başlıyor gözleri:
Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül nerede?
Suya düştü!
Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener nerede?
İnek içti!
Erbakan’a birlikte isyan edip onu 28 Şubat’la baş başa bırakarak, partiyi ve ilk hükümetleri birlikte kurduğu iki “arkadaş”ın yerinde yeller esiyor.
Onların yerinde misal Numan Kurtulmuş oturuyor.
Öyle tuhaf ki, Kurtulmuş’a bakınca, 12 yıl önce, iktidarını “yolsuzluk”la suçlamakta olan birini görüyor.
Öyle tuhaf ki, Şener’in boş koltuğuna baktığında, iktidarını “yolsuzlukla” suçlamış birinin hayaletini görüyor.
Son kabinelerinden Muammer Güler’i, Zafer Çağlayan’ı, Egemen Bağış’ı, Erdoğan Bayraktar’ı kabinede göremiyor.
Nerede bu arkadaşlar?
Dağa kaçtı!
***
Nostalji öyle tuhaf bir şey ki…
Beraber yürüyorsun bu yollarda…
Beraber ıslanıyorsun yağan yağmurda…
Beraber yuvarlanıyorsun karda, çamurda…
Ama partiyi birlikte kurduğun dostlar içinden silinmiş…
Partine bin laf etmiş Kurtulmuşlar, Soylular içine sindirilmiş!
Öyle tuhaf bir şey ki nostalji…
Kimi göremesen, “yolsuzluk” görüyorsun…
Kimi görsen, “yolsuzluk” görüyorsun!
***
Şöyle bir misalle anlatayım:
12 yıl önceki kabinenin iki önemli ismi, Abdüllatif Şener ile Kemal Unakıtan bugün Cumhurbaşkanı karşısına dizilen kadroda yok. Çoktan yoklar.
Oysa o günler biri bir yanda, biri bir yandaydı.
Şener, başta o günkü Galataport ihalesi; Tüpraş’ın yüzde 15 hissesinin elden teslim edilip büyük rant sağlanması, ardından Kuşadası Limanı’nın verilmesi gibi vakalarda, “İsrailli” Ofer şirketine “kıyaklar”ı sorgulamıştı bakan iken…
Unakıtan ise, bir yandan ailesine mısır piramitleri dikerken, bir yandan da bizatihi o teslimatları yapan “el” bakan konumundaydı.
Diyeceksiniz ki…
“İkisi de gitmiş işte.”
Tabii.
Lakin işin özü şu:
Onlar gitse de, dünyanın en büyük “Cruise” şirketlerinden, İsrail’in Mavi Marmara’yı basan komandolarının yetiştiricilerinden Ofer hala Kuşadası Limanı’na sahip…
Hala üçe alıp beşe sattığı “Tüpraş hisseleri” rantını kâr hanesinde tutuyor!
Üstelik bunların geri alınmasına dönük mahkeme ve Danıştay kararlarına karşı, iktidarın çıkardığı özel kanunlarla korunarak.
Üstelik o kollama kanunlarının, 301 Somalı madencinin 430 yetimi ile dulları için çıkarılan kanuna iliştirilmesi, kıyak torbasının kefenlere teyellenmesiyle.
***
Bakın “nostaljinin kalbi” böyle şeyler işte.
Kimlerin gelip gittiğinden ziyade, nelerin bakiye kaldığına bakacaksın!
Cumhurbaşkanı da bakıyor:
Gül, Şener filan gitmiş…
Kurtulmuş falan gelmiş.
Oferler, lüferler hala tezgâhta!
Yanlarına ranza ranza rezalar dizilmiş.
***
Bir “nostalji” de şu olsun, ben müsaadenizi isteyeyim:
Kabineye başkanlık eden Cumhurbaşkanı, başbakan olarak ilk kabinesini kurduğunda, 14 Mart 2003’tü ya…
Nihat Kazanhan isimli bebek yeni doğmuştu.
Nihat’a “230667283374” numaralı kimliği verdi Cumhuriyet!
Böyle uzun numaraları var devletin…
Çocukların ömrü ise numaradan kısa kalıyor!
Cumhurbaşkanı’nın başbakan olarak ilk kabinesinde doğmuş Nihat, Cumhurbaşkanı’nın Cumhurbaşkanı olarak ilk kabinesine yetişemedi, 12 yaşında, oyun oynarken polis amcadan mermi yedi!
Çünkü hava kurşun gibi ağır…
Kurşun da yiyebilsin diye çocuklar!
Her köşede, Nihatlar’ın, Yasinler’in, Berkinler’in, Uğurlar’ın upuzun “TC nosu” oldu da, bir yudum “nostaljisi” olamadı Nazım!