Osman Bey, sana söylüyorum; Sezar, sen anla!
Arınç esasen sık sık “Erdoğan eleştirisi” yapıyor…
Ama bunu havaya söyleyip sonra da ayağını hemen yere basıyor.
“Biz yüzde 50 alırız yine… Ama kalan yüzde 50 nefret ediyor” diyor…
“Nefret” dediği hissiyattan ötürü o yüzde 50’leri de suçlamıyor.
O vakit sebep ne?
***
Geçen gün “Gönüllü-mecburi rehineliğin mide sorunu” başlığıyla burada yer alan yazı gibi.
Arınç bu durumdan hoşnutsuz olduğunu, bunun “tehlikeli” olduğunu söylüyor ama…
Özellikle 2010-11’den itibaren “yatırım”ın tamamen buna yapıldığını unutuyor.
Yahut biliyor, hakikaten de biliyor gibi konuşuyor, ama bunu telaffuz edemiyor.
Çünkü “Lider” bütün gücünü, yüzde 50’yi kemikleştirmek için kalan “ötekiler”e kendi öfkesini ve diğer 50’nin öfkesini de diri tutmayı seçti.
Öyle “Mahçup mahçup” denen “Esasen iyi adam ama kendisini tehlikede görünce öfkeleniyor”dan farklı bir şey.
Tamam, “Gezi”yi tehlikeli görmüştür; “tapeler”i de ihanet!
Zaten her ikisinde de sözlü tavır almadan önce bekledi.
Ama ardından yapılanlar “Ezme, sindirme, öfke, nefret”le bile zor açıklanır belki.
Lakin “Yarma” tercihi, yani 50’yi katılaştırmak için öteki 50’ye sık sık vurmak öyle “duruma göre” duygusal bir şey değil, bildiğin strateji.
Ve hatta inanç!
***
Bunu en güzel, protestocu esnafa gaz sıkmakta tereddüt eden emrindeki polisi tartaklayıp ensesine vurarak “Sık ulan sık” diye bağıran amir ifade ediyor.
Arınç’ın “50-50”sinin ardındaki bir sebep de bu.
Sadece siyaset değil, “Nefret”le donatılmış Emniyet ve yargı da varsa, “nefret” her iki yüzde 50’ye de yapışır.
Bir çocuğun kafasına nişan alanda görürsün bunu…
Bir genci yerde tekmelerle, sopalarla öldürende görürsün.
Yere düşmüş madenciye tekme atan danışmanda, “O vakit yersin tokadı” diyen başbakanda görürsün.
Çünkü “sık ulan sık… vur ulan vur” sistemi, o pamuk ipliğindeki “barış”ı dahi sürekli tehdit eden, onun dışında her köşede de “savaş hali, savaş halet-i ruhiyesi, nefret” büyüten bir devlet lisanıdır; bir otorite dilidir.
***
Arınç’ın “Vicdan Türkçesi” bir enteresan!
“Haksızlık yapmamış olmak lazım” diyor.
Bakın “Haksızlık yapmamak lazım” demiyor…
“Haksızlık yapmamak lazımdı” da demiyor…
Ortaya seriyor cümleyi.
Temenni midir, teşhis mi, özeleştiri mi, buyur tuttuğun yerden kopar, sen de ye!
***
“Adalette, haksızlık yapmakta, emaneti ehline vermemekte, kısa devre ve çıkara dayalı siyasette adım atmaya başlarsak sıkıntı olabilir. Böyle bir şey var mı Ak Parti’de? Olabilir. Emanet ehlinde olmalı. Onun bunun yakınında, tarafında, şurasında, burasında kesinlikle olmaz. ANAP’ı, DYP’yi yıkan budur.”
***
Şimdi uzaydan bile gelsen, biraz izlesen, azıcık da Marcus Antonius’un Sezar’a hitabını, Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e nasihatini filan okursan, böyle özlü sözler nasıl da mümkün!
Soruyu biz sormuş olalım mesela.
Ne bileyim, lütfen Havuz gazetecileri sorsun:
Soru: Sayın Arınç, Ak Parti’de haksızlık, emaneti ehline vermemek, kısa devre ve çıkara dayılı siyaset var mı?
Arınç: Olabilir!
Al başına nasihatı Osman Bey!
Gördün mü Ave Sezar!
Soru: Onun bunun yakını, tarafı, şurası, burası demekle neyi kastediyorsunuz Sayın Arınç?
Arınç: ANAP’ı, DYP’yi yıkan şeyi.
Duydunuz mu Osman Bey?
Capito Sinyor Sezar?
***
Benim anladığım, bu partinin üç ana kurucusundan olan, öyle tepeden değil tabandan gelen Arınç’ın “makul şüphesi” yoğun ve derin.
“İç Güvenlik Paketi”nin çıkmasını bekliyor; daha açık, net, sarih söyleyebilmek için!
“Haksızlık…
Emaneti ehline vermemek…
Kısa devre ve çıkara dayalı siyaset…
Yüzde 50 nefret…
Tehlike…
Siyasette yumuşak dil çok önemlidir…
Bağırarak, çağırarak, küçülterek, onu güçsüz kılarak zaman, misal doğru mudur bilmiyorum ama, kediyi çok sıkıştırırsanız yüzünüzü tırmalar.”
Bütün bunları, Davutoğlu’nu da ayırarak söylediğine göre, hakikaten ya Osman Bey’e söylüyor, ya Sezar’a!
Kediye de söylemediğine göre.