Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Işid’den türbe kaçırdık, ecdad yadigârı diye…

        Lakin Işid’in Musul’daki Osmanlı mirasını, el yazmalarını yakışını seyrettik ister istemez!

        Çünkü “Musul rehineleri” için yapılmış o tarihi çağrıyı yapmayı unuttu devletimiz.

        Hani, “Ey Işid, eğer Müslüman’san onları bırakırsın” şeklindeki ültimatom!

        ***

        Şöyle bir manzara var zaten:

        Cözüm süreci”nin bir hükümet anlatımı var; lakin misal Demirtaş yalanlıyor:

        Silah bırakma, yalan!”

        Önceki gün bu sütunda da yazıyordu:

        Şubat bitmeden en az 67 işçi işyerlerinde ölmüş.

        Özgecan’ın haftası dolmadan 7 kadın daha katledilmiş.

        Tek çatışma olmadan bir şehit verildi” denen harekâtın ardından, iki de uçak düşürmüşüz…

        Cumhurbaşkanı eteklere, faizlere çok kızgın…

        Ekonomiden Sorumlu Bakan’ın “Babacan”lığı bile pes etmekte…

        Genelkurmay Başkanı muhalefetle polemiğe giriyor…

        Başbakan şaşkın!

        Öyle ya, “Cumhurbaşkanı’nın kızına suikast iddiası” diye bir şey var; Başbakan’ın bile haberi yok!

        Bu mükemmel manzarayı kutlamak için de, çok sayıda vatandaş ile gazeteci “Cumhurbaşkanı’na hakaret”ten yargılanıyor.

        Öyle ya “Cumhurbaşkanına hakaret suçu” artık “Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu” Saadet!

        ***

        Bu şahane manzaranın bütününe haksızlık etmekten çekinerek de olsa, içinden bir “ayrıntı” yazsam, kızmazsınız değil mi?

        ***

        Ondan önce şunu sorayım:

        Bu askeri uçaklar, helikopterler neden düşüyor?

        Neyi eksik veya neyi fazla?

        Neye zorlanıyorlar?

        Neden bu insanlar, uçamayan bir kutunun içinde bu kadar çok ölüme yollanıyor?

        Neden bütün “kazalar” da bütün “intiharlar” gibi geçiştiriliyor?

        Ne köylüleri bombalayıp 34 insanı öldürmüş uçakların bir sorumlusu çıkıyor, ne de eğitim, keşif uçuşu denirken düşen helikopter ve uçakların. Neden böyle ey sorumlular?

        ***

        Ayrıntı”; acılarda dahi neden, nasıl ve niçin bir ayrımcılık lisanının hakim olduğuna dair.

        İki uçak düşüp dört pilot da “şehit” düşünce Genelkurmay, 24 Şubat saat 21.30’da “BA-03 15” nolu şu açıklamayı yaptı:

        “…Saat 20.45’te iki uçağımızın da enkazına ulaşılmış ve maalesef dört kahraman pilotumuz şehit olmuşlardır. Bu elim kaza neticesinde şehadet mertebesine erişen kahraman pilot arkadaşlarımıza Allah’tan rahmet, kederli aile fertlerine, Silahlı Kuvvetlerimize ve yüce Türk Milletine başsağlığı dileriz.”

        ***

        Bu açıklama gayet münasip. Acıyı paylaşmanın ve “şehit” olan askerleri anmanın uygun bir lisanı. Belki az bile.

        Sorun aşağıdakinde.

        Şimdi ondan iki gün önceki bir “şehit” açıklamasını, yine Genelkurmay’ın duygu dünyasından okuyalım:

        Tarih: 22 Şubat 2015… Saat: 07.48… No: BA-02 15

        Şah Fırat Operasyonu sırasında herhangi bir çatışma yaşanmamış, başlangıç evresindeki intikal esnasında bir personelimiz geçirdiği bir kaza sonucu şehit olmuştur. Kamuoyuna saygı ile duyurulur.”

        Böyle ve bu kadar işte!

        ***

        Bu iki “şehit açıklaması” arasındaki duygu ve düşünce, birlik ve beraberlik, “hepimiz aynı ailedeniz” farkını bize ne açıklayabilir:

        Biri uçak, biri tank diye mi?

        Birinde yurt içi, biri sınır ötesi diye mi?

        Birinde pilotlar, birinde tank üstünde bir “personel” diye mi?

        Sahi “personelimiz” kim?

        Pilotlar” gibi onun da geçmiş eğitimi, bir sıfatı yok mu?

        İkisi de “kaza” olmasına rağmen, sınır ötesinde bulunduğuna, belki çatışmaya maruz kalabileceğine göre o “kahraman” sıfatı ona çok mu?

        Niye onunki sanki tamamen kendi sorunuymuş, tamamen kendisi sorumluymuş gibi “geçirdiği kaza” ve “elim bir kaza” bile değil!

        Bitmedi. Maalesef sıra 26 Şubat 2015, saat 07.56, BA-05 15’te:

        “… Kabil’de bomba yüklü araçla saldırıda bulunulmuştur. Olayda Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu bir personel şehit olmuş, bir personel de yaralanmıştır. Şehidimize Allah’tan rahmet, kederli aile fertlerine, Silahlı Kuvvetlerimize ve yüce Türk Milletine başsağlığı dileriz.”

        ***

        Öncelikli meselenin soruları şu:

        O tank kapağı neden vurdu? Fotoğrafla görevli bir “personel” tank üzerinde gerekli tank eğitimi ve donanımına sahip miydi? Ondan istenen görev neydi? Tankın bakım kusuru, “İsrail’de modernizasyon” yanlışı var mı?

        O uçaklar neden düştü? Bu kadar çok düşmelerinin “yorgunluk” gibi mekanik veya insani sebepleri var mı? Genelkurmay hemen “alçak irtifa” dediğine göre “Kaza”nın sorumlusu pilotlar mı; başka sorumlular çıkar mı?

        Bir de…

        Sahi “biz” Afganistan’da ne yapıyoruz? İşimiz ne?

        ***

        Ayrıntı” dediğim o büyük, temel ve kadim “ayrımcılık”ın ise tek sorusu var:

        Personelimiz” veya “personel”, bir ayda işyerlerinde ölen 67 işçi gibi alttakilerden; bir ast, bir astsubay olduğu için mi açıklamanın lisanı böyle?

        Yani…

        Ankara’daki “şehit cenazeleri”nin Kocatepe-Hacıbayram Camii ayrımları bu kadar mı derin?

        Buna bir cevap bulun…

        Sonra ister eteklerle ister meleklerle uğraşıp durun!

        ***

        Nihayetinde yeni evli subay veya iki hafta sonra bebeği doğacak astsubay gibi gencecik insanlardan, yürekleri yanan yakınlarından söz ediyoruz.

        Acılar kardeştir… Ayırmayın!

        Hem bir şey söyleyeyim:

        Şehit pilotlar”lardan Onur Özkaya’nın babası da, işte o “şehit personel” denip geçiştirilenler gibi bir (emekli) Hava Bakım Astsubay sanırım!

        Baba ile evlat öyle ayrılıyor zaten…

        Bir de siz böyle ayırmayın işte!

        Diğer Yazılar