Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Son zamanların en etkili siyasi çıkışı “Sayın Arınç”tan gelmişti.

        Hayır, Saray önünde yaşadığı karambolden, topun ayağa dolaşmasından ziyade, Gökçek Wederson için söylediği tarihi sözle:

        Mahkemeye verirse, kendi zararlı çıkar.”

        ***

        Partisinden çeyrek asırlaşmış bir belediye başkanını, “Ankara’yı parsel parsel satmak”la suçladıktan sonra…

        Pardon, böyle suçlamadan önce de bu konuda hiçbir şey yapmamış olan…

        Suçladıktan sonra da bir şey yapmamış bir Başbakan Yardımcısı’ndan söz ediyoruz.

        Ve maalesef “iktidarın vicdanı” da anca bu kadar!

        ***

        Başbakan Yardımcılığı’nın (ve hükümetin tabii) icra, hesap sorma-hesap verme makamı değil de, “karşılıklı tehdit dengeleri”, “karşılıklı sırlar” veya “örtülü nasırlar” mekânı olduğunu öğreniyoruz o sayede.

        Başkent belediye başkanının “zararlı işleri” hakkında “bir şeyler bildiğini” ima eden kadim bir iktidar mensubu, partinin “büyük, önemli bir ismi”; hesap sormak, suç duyurusunda bulunmak için “beni mahkemeye verirse kendi zararlı çıkar” dediği bir anı kolluyorsa…

        Tuz da şey gibi kokmuş zaten!

        ***

        O vakit ister AKP’li ol, ister Ak Partili, ister karşıtı…

        Hepimizin ortak anlayacağı şudur:

        İktidarın maddi-metal yorgunluğu, ancak böyle kâr-zarar ve “tehdit-sindirme” dengesi üzerinde dengesiz biçimde örtülüyor.

        Örtülü ödenek” gibi “örtülü susturucu” var, belki de!

        Çünkü bir düşünün:

        Allah için “yolsuzluğa karşı şeffaflık” projesi getirmek isteyen ama Saray tarafından “Sonra partide aday bulamazsın” diye sindirilen Başbakan da “Bülent Abi”nin sözlerini suç iddiası bile saymıyor…

        Her ikisini de “parti disiplini” uyarınca susturmakla övünüyor:

        Bir daha böyle bir tavır görmek istemiyorum, dedim.”

        ***

        Başbakan’ın “Mahcup ve Cesur” danışmanı bile “AKP’lilerin çoğu da yolsuzlukların yapıldığına inanıyor. Yolsuzluk olmuştur. Ama darbe karşısında yolsuzluk tercih ediliyor” demeye getirmez mi?

        Bu durumda şöyle bir şey oluyor:

        Yolsuzluk yapılıyor…

        Yolsuzluk olduğuna da inanılıyor…

        Ama “darbe” endişesiyle göz yumulup es geçiliyor!

        Bu hakikaten iyi bir formül.

        Esasen büyük yolsuzlukların, hırsızlıkların, hak ve hayat gasplarının “Paşalar emrinde silah gücüyle icrası” da olan askeri darbelerin tabii öyle bir “bahanesi” olamamıştı:

        Düşünsenize bir darbenin yolsuzluk ve hırsızlıklarını “Sonra darbe olur” diye meşrulaştırdığını; mümkün değil.

        Ama “böyle demokrasi”de mümkün işte!

        Oysa demokrasi, yolsuzluğun da pekala mümkün olduğu, ama hesabının sorulmasının daha da mümkün olduğu bir rejim diye tanınır sağda solda!

        Demokrasiyi bırak…

        Dini, ahlaki sistemler de bunu öyle telkin eder.

        Memleketimizdeki köprü çatlağı yüzünden intihar eden Japon mühendisin suçu, “Sonra darbe olur” diyen bir siyasi-ahlaki kültüre sahip olmamasıydı!

        Yoksa Ankara’da da ne köprüler çatladı; bir şey oldu mu?

        ***

        Darbe meselesi de zaten çağ atladı.

        İktidar ve liderinin kaç sene boyunca “Bunlar darbeci” diye bağırdığı (ve hakikaten darbe geleneğine sahip bir ordunun mensubu)“paşalar” artık resmen “kumpas kurbanı” sayılıyor.

        Kumpas süreci”nde iktidarla ortak olan “ne istedilerse verdik” ekibi ise “darbeci” oldu.

        Geziciler” de darbeciydi; “montaj-dublaj-pikaj-drenaj-patinaj” bant ve tapeleri hazırlayanlar ile kasaları, kutuları, sıfırları kurcalayanlar da.

        Askeri darbeciler”e karşı özel bir ordu haline getirilen polisin, “küçük” kısmı da olsa, işte bir kısmı “darbeci” ilan edildi.

        Asker darbeciler”in darbeci olmadığının anlaşılmasıyla, elde sivil (ve bir kısım polis) darbeciler var!

        O yüzden “tehlike” geçene kadar, yolsuzluk da varsa, sorun değil.

        Şunu da bilin: Bu tehlike bitmez!

        ***

        Nitekim ortada ne Arınç ne hınç kaldı.

        Biraz ıkınsanız dahi, “darbe olmasın” diye hep yutkunmak zorundasınız.

        Sofra böyle kuruldu; yersen, buyur yiyebildiğin kadar ye!

        Mahkemeye verirsen zararlı çıkarsın” bittabi abi!

        Hakikaten mahkeme olsa belki zararlı çıkılır.

        O yüzden yargısız, hukuksuz hâsılat ile kâra devam!

        ***

        İşin tuhafı, bu “satmanın, zararlı çıkma”nın muhafazakâr bir ahlak sisteminde de, bir hukuk devletinde de ne demek olduğuna bile kafa yorulmuyor.

        Kafalar hakikaten bitkin olmalı!

        Kafa”kanlık sistemi böyle bir şey belki de!

        ***

        Sizlere 15 yıl kadar önce kaybettiğimiz Yıldırım Gürses’ten “Mahcup Delikanlı”nın sözleri ile veda edeyim sevgili söz dinleyiciler:

        Dilimin ucunda, dudaklarımda… Sana söylemeye cesaretim yok

        Ben mahcup utangaç bir delikanlı… Bırakıp gitmeye cesaretim yok”

        Diğer Yazılar