Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Muhalif olarak bu yaman çelişkiyi kavramak belki kolay, zaten yargılar, önyargılar var da…

        AKP’li olarak kavramak çok mu zor?

        ***

        İktidar ile kurucu ve oyun kurucu başkanı Cumhurbaşkanı’nın üç temel meselesi var.

        Biz bunlara nezaketen “saplantı” demiyoruz; çünkü belki saplanmamış ve saptanmamıştır!

        Şöyle:

        1. Suriye

        2. Paralel

        3. Kürtler

        Diyeceksiniz ki, kasalar, kutular, havuzlar ne?

        Onlar hobi.

        Bunlarsa fobi.

        ***

        Bu üç meselede de bir iktidarın, onun efendilerinin tutarlılığı sanırım milletin başını döndürmüştür.

        Yok, başınızı dönmemiş, iktidarı da hiç dönmemiş sanıyorsanız, inanın başınızın çok daha fazla döndüğündendir.

        Sonuçta baş döne döne, 360’lık turla eski yerine gelebilir ama o baş artık o baş, o kaşartık o kaş değildir!

        Baş yerinde ağırdır çünkü!

        ***

        Birkaç yıl önce, ailecek kol kola poz veren, ziyaret ve iade-i ziyaret ile muhabet ve iltifattan başı dönen iki büyük devlet adamı vardı.

        Biz, bizden olana kulak verelim:

        Türkiye ve Suriye daha 7,5 yıl öncesine kadar birbirine husumetle bakıyordu. İki ülke zaman zaman savaşın eşiğine geliyordu.

        Biz şimdi geldik, Esad kardeşimle oturduk, iki ülke arasındaki meseleleri istişare ettik.

        Ve Türkiye ile Suriye’yi bölgenin iki kardeş, iki dost ülkesi haline getirdik mi?

        Her alanda işbirliğine gittik mi?

        Aramızdaki mayınları temizlemek için adımlarımızı attık mı?

        Vizeleri kaldırdık mı?

        Ekonomide, ticarette, kültürde, sanatta, ulaştırmada, bayındırlıkta işbirliği anlaşmaları imzaladık mı?

        Herkes kazandı değil mi?

        Bütün o korkuların, bütün o tehditlerin ne kadar boş olduğu ortaya çıktı. Düşman üretme politikasından yarar değil zarar gördüğümüz ortaya çıktı.”

        ***

        Barış, işbirliği, huzur, kardeşlik dolu sınır boyundan içeriye, “gönüllerin birliği”ne gelelim. Önceki Başbakan’ın mesajı:

        Sayın Hidayet Karaca, Samanyolu Yayın Grubu Başkanı;

        20’inci kuruluş yıldönümünüzü tebrik ediyor, kuruluşta emeği geçenlere şükranlarımı sunuyorum.

        Muhterem Fethullah Gülen’in gönül yolculuğunu anlatan Kırık Mızrap eserinin yorumlanacak olmasını da heyecan verici bulduğumu belirtmek isterim.

        Muhterem Gülen’e, gönül telinden süzerek inşa ettiği tüm o mısralar için teşekkür ediyor, ellerine, dillerine, gönüllerine sağlık diliyorum.”

        Pen Station ziyaretine yollanan bakanlara, başbakan yardımcılarına “Bir emirleri var mı, sorun” denen dönem işte.

        Zaman’da, “Hocaefendi de Erdoğan da hem birbirinden dua istedi, hem birbirlerine dua etti. Görülmeye, duyulmaya değer bir tabloydu. Uzaktan bu manzarayı izleyebilseydiniz, eminim, ‘Yahu işgüzarlar! Artık aradan çekilin ki fitne ateşi sönsün’ diyecektiniz. Öyle halisane, öyle samimi” diye başyazılar çıktığı zamanlar.

        Hidayet Karaca ise henüz hapis değildi!

        ***

        Oradan tekrar sınıra, hemen dibine gelelim:

        Barış mücadelesi, insanlık onuru mücadelesi, gönül mücadelesi zordur, engellidir, engebelidir.

        O yolda nifak tuzakları vardır. Şeytan tuzakları vardır.

        Baldıran zehri içmek gerekirse, o zehri de içeriz. Yeter ki bu ülkeye huzur gelsin.

        Kimse bizim karşımıza Kürtlükle Türklükle çıkmasın. Biz milliyetçiliği ayaklarımızın altına almış bir iktidarız. Kafatasçı milliyetçiliğe karşıyız.

        Etnik milliyetçiliğe, bölgesel milliyetçiliğe, dinsel milliyetçiliğe karşıyız.

        Nefreti büyüterek milliyetçilik olmaz. Şu terör meselesinde MHP hakaret etmekten başka tek cümle kurmadı.

        Biz kanı durdurmak için çırpınacağız, onlar ‘Şehit cenazesi gelse de istismar etsek’ dese de çırpınmaya devam edeceğiz.

        Savaş kolay, barış zordur. Biz zora talibiz.”

        ***

        Bu üç temel mevzudaki bütün külliyatı buraya dökmek elbette mümkün değil.

        Ama bunlar Milattan Önce de değil; sadece birkaç yıl öncesinin.

        Daha gerisi var, daha ilerisi de.

        Ama özü, özeti aynı.

        Üç temel meselesinde bir zamanlar böyle düşünmüş…

        Yani “Diktatör Esed” ile sanki “seçilmiş, demokratik cumhurbaşkanı” imiş gibi kanka olmuş; sanki dinleme-izleme-fişleme sonradan icat edilmiş gibi “Paralel örgüt” ile hemhal olmuş ve esas tarihi ve önemli olan, “Barış, kardeşlik” için baldırana talip olmuş bir parti, bir iktidar, bir lideri vardı.

        Şimdi size, bize bambaşka şeyler söylüyorlar.

        Ya hepsi yalandı, ya hepsine kandı, her birinde aldandı.

        Ya onlar doğruydu, şimdikiler tam tersi.

        Bunun muhakemesi hepimize göre değişir.

        Değişmeyen şu:

        Türkiye’yi tehlikeli maceralara, belki savaşa sürüklemek isteyenlerin tutarlılık arşivi böyle.

        Türkiye’nin pusulası olduğunu iddia edenlerin kuzeyi de kıblesi de böyle şaşkın!

        Her şeyi en iyi, en doğru bildiklerini söyleyenlerin, iyi ve doğru bildikleri işte bir öyle, bir böyle.

        Muhalif olarak zaten yargıyla, önyargıyla bunları tespit etmek kolay da…

        AKP’li olarak da bunun farkında olmak çok mu zor!

        ***

        Suriye üzerine o büyük konuşmada devrin başbakanı halka soruyordu:

        Soruyorum, bundan kim kazandı? Esnaf, tüccar, sanayici, vatandaşım kazandı, değil mi?”

        O vakit soru artık şöyle sorulabilir:

        Sonra olanlardan kim kaybetti? Vatandaşım kaybetti, değil mi?”

        Çünkü düşman üretme politikasından yarar değil, zarar gördüğümüz ortaya çıktı!

        Diğer Yazılar