Önce ufukta barış gördük, sonra bir baktık ki, öldük!
Bir büyük yalanın mızrağına asılıp asılıp düşüyorlar.
Devlet, hükümet, iktidar halka söz vermişti:
Bir daha asla olmayacak, diye.
Arşivler, kayıtlar Cumhurbaşkanı’ndan Başbakan’a, iktidar sözcülerine, Havuz medyası kâtiplerine kadar hepsinin yazdıkları, söyledikleriyle dolu.
Bu sözü devlet adına vermişlerdi ama aynı zamanda “örgütle temasları” sonucu.
***
PKK, silahlı güçlerini Türkiye dışına çıkaracağının sözünü vermişti.
“Bir daha Türkiye içinde silahlı çatışma olmayacak” deniyordu.
Kürt annelere barış, evlatlarının hayatlarına dair sözler verilmişti.
Oysa harıl harıl tuzaklanıyormuş yollar.
“İnsanlık suçu” sayılabilecek mayınlardan da ötesi.
Yeni teknolojiler, “dijital şeyler”, patlatıldı mı mutlaka öldürecek tuzaklar!
***
Bu süre zarfında, devlet-iktidar “nasılsa bu iş barış” demiş…
Tedbirler bırakılmış, karakollar jandarmadan piyadeye geçmiş, “tecrübeli” uzman erbaş kadroları erimiş; ya 45’inde ordudan atılmışlar ya sözleşmeler yenilenmemiş. Yahut kimine savaş yıllarında edindiği hastalıklardan ötürü “artık olmaz” diye kapı gösterilmiş.
Bilenler diyor ki, şu andaki kadroların çoğu 2012’li. Yani “barış askerleri!”
Zırhlıların ne kadar zırhlı olduğunu artık Meclis araştırsın ama Meclis bile yok memlekette.
Seçimden çıkmamış bir “bürokrat hükümet” İncirlik’e de karar verdi, yeniden savaşa da!
***
Türkiye’nin insanları, özellikle sıvasız hanelerin boyasız anaları, “5 çocuğum var, hepsi şehit olsun” diyen ve yüreği isyan ettiği için devletin en üst katında “karaktersiz” bulunan babalar bunu devlete-iktidara soracak işte…
Kürtler de örgüte sormalı işte…
Nedir bu kandan yalan, diye!
***
Biz yine aynı akıl tutulmasında kalıp hiçbir soru sormayacaksak…
Kimi yerde örgütün silahı, tehdidi soruları kesecek; bırak 77 milyonu, HDP’nin 6 milyon oyunu bile çiğneyecekse…
Kimi yerde devletin-iktidarın gazeteye gece baskını yaptıracak ama barışa konuşlandırdıkları askerlerini koruyamayacak o muhteşem gücü herkesi susturacaksa…
Evlatlarının yüzüne bakamayacak bir nesil olduk demektir.
Alırız babasız çocukları, maça götürürüz artık!
(Ben bunu tersten bilirim: Çünkü beni küçükken alıp maça götüren, yandaki kulübede maç anlatan bir babayı, 6 yaşımda orada kaybetmiştim!)
***
Ölümü kutsamak için 5 şehitli baba tavsiye edenlerin, sözde şefkatle minicik şehit çocuğunu maskot gibi güle oynaya maça sürükleyenlerin…
Seçimlerden bu yana belki 400 can gitmişken hala “öyle de şöyle de, bir parti 400 milletvekili yakalasa böyle olmazdık” diyebilenlerin…
Kandil’den sallayıp, 3-5 bin silahın, tuzakların gücüyle, militer vesayetle, askeri otoriteyle, pusuyla 6 milyon oy pusulasını dahi çiğneyip geçenlerin büyüsünden kurtulacak Türk-Kürt ve her kimlikten halk, özellikle sıvasız haneler bu ülkenin umudunu doğurur, doğurursa.
Yoksa hiç doymayan bir sunağa sunar gibi, kutsal bir takım laflarla evlatlarını kurban vermeye devam edecek, Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi!
Hem de hiç soramadan, “Yahu sizin çocuklar şu sırada tam nerede peki” diye!
Bedelliler kızmasın, onların günahı değil elbet, “Allah herkesi sevenlerine bağışlasın” ama ne tuhaf bir şey değil mi; barış sürecinde bedelli çıkardıktan az sonra, bedelsiz, parasız, sıvasız hanelerle bir savaş daha patlatmak!
***
Dünkü yazıdaki bir bölümü, inatla aynen tekrarlayayım:
Devletin planları var ama çoğu zaman pusuya, tuzağa düşen askerler, polisler bunu bilmiyor; çünkü en son barış var sanıyorlardı.
Örgütün planları var ama Cizre’de, Silvan’da çocuklar bunu bilmiyorlar; çünkü en son barış var, seçim oldu sanıyorlardı.
Bingöl’de 33 asker, Aktütün’de “lider konumundaki personel” denen astsubay ve uzman çavuşlar, Güçlükonak’ta korucular, Beşağaç’ta siviller, ah işte yine yeniden Dağlıca’dakiler bunları bilmiyor.
Bu kadar çokbilmişin, Türk veya Kürt, bu halka sunduğu bu:
Hayat değil, ölüm.
Mertlikten ziyade kalleşlik.
Umuttan çok yalan.
Baldıran deyip kan.
***
Bu ülke artık bu kadar acıyı kaldıramaz.
Bunun sıfırlaması öyle kasalar, kutular kadar kolay değil.
Çünkü bu kez bunun böyle olmayabileceğini gördü insanlar; hem yine bu iktidarın çabası ve esaslı vaatleriyle.
Oluyorsa, sıvasız hane evlatları yine beşer, onar ölüyorsa, yok bu öyle kolay değil!
Kiminin dünyanın en “sıradan faşo” eylemlerle, siyaset-parti binalarına saldırması, linç peşinde koşması da, ülkelerinden, acıdan, kayıpların hatırasından bir şey anlamadıklarını, anlayamayacaklarını bir kere daha kanıtlıyor!
***
Dağlıca gecesinden sabahına, hemen orada yüreği paramparça olmuş bir asker eşinden gelen mesajla bitireyim:
“Biz aylardır ağlıyorduk giden her can için. Bu akşam eşimin hıçkırıklıklarını durduramıyorum. Biraz önce, siz almayacaksanız o çocukları, ben gideceğim dedi, bir komutanı arayarak. Bağırdı, ağladı. Sayı çok. Az-çok, ne fark eder. Sıvasız hanelerin çocukları. Daha seslerini bir gün önce duyduğumuz canlarımız. Adalet, vicdan. Anlatacak şey çok. Hep iyi insanlar. Bugün şehit olanlardan biri, ‘Oğlum içimiz hainlik dolu. Senin gibi bir adama yaptıklarından sonra hele… Yanımdaki çocuklar nasıl bir çukurun içinde, farkında değiller’ diyordu. Of, of. Yazamıyorum, anlatamıyorum. Nasıl olsa basiretsizler yine hesap vermeyecek.”
BÖYLE Mİ OLDU, BİLMİYORUM!
Aşağıda “çatışmanın oradan” dolaylı olarak iletilmiş bir tasvir var.
Bundan emin olamam.
O yüzden Genelkurmay’ın “16 şehit, 6 yaralı” açıklamasını dikkate alıyorum elbet.
Bu anlatım daha fazlasını iddia ediyor. İnşallah, umarım, herhalde… değildir!
Pekiyi neden aktarıyorum?
Bana aktaran “asker kişiler” doğru olduğunda ısrar etti, öncelikle.
Ama daha önemlisi, “barış” derken o sözcüğün hakikaten karşıtına uyduğunu bilelim; çünkü bu anlatılan bir “savaş!”
***
“İntikale çıkan askerler pusuya düşüyor. Şehit ve yaralılar oluyor.
Yardım istenince iki tank, iki Kobra, bir Kirpi yardıma gidiyor.
Çatışma mevkii bir köy yeri. Harabelerin az ötesi.
Yardım gelince ilk “Yüksek güçlendirilmiş EYP” patlıyor. Tank bir miktar yere gömülüyor.
İkinci patlamada bir Kobra havaya uçuyor, uçurumdan düşüyor.
Uçurulan Kobra’nın sürücüsü ile diğer Kobra’nınki aynı devre! İkinci yaralanıyor. Şoka giriyor.
Bir yüzbaşının bulunduğu tank roket ve Doçka atan mevzileri dövüyor. Karşı tarafa ciddi kayıp verdiriyor. Ama yenileri gelip ateşe devam ediyor.
Roket ve Doçkalar görüş açısını büyük ölçüde düşürüyor. Yüzbaşı’nın, ‘Kullandığım top dünyanın en iyilerinden. Korkunç bir manzaraydı’ dediği söyleniyor.
Bütün mağaraları bombalamış, ancak ateş kesilmemiş.
Üçüncü bir patlama ile Kirpi uçuruma düşüyor.
Yüzbaşı’nın tankı diğer tank ve Kobra’da yaralı varsa diye onlara yaklaşıyor. O sıra roket geliyor. İddiaya göre başını çarpıp bayılıyor.
Geri kalanlar Yüksekova istikametine yöneltiyor.
Diğer tank toprağa gömülü kalıyor. İçinde daha yeni, ilk görevinde bir Astsubay var. Tank çalışmıyor. Mazgalı açıp G3’lerle aralıksız ateş ediyorlar. Sonunda tank şoförü aracı çalıştırıyor. Gömüldükleri yerden çıkıyorlar.”
***
Bu ayrıntılar, devletin, Genelkurmay’ın yaptığı-yapmadığı açıklamalara çok uymuyor.
O yüzden ihtiyatlı yaklaşmakta fayda var; öyle bir cehenneme ne kadar ihtiyatlı yaklaşacaksak artık!
Yine de “epeyce ayrıntı” işte ve çok sayıda asker arasında paylaşılan ayrıntılar!