Işırsa da üşürse de düşerse de beni unutma!
“Kendi içinde huzursuz, tedirgin ruhların barışla işi olmaz.”
İnanın bunu nerede okuduğumu hatırlamıyorum.
Belki de hiçbir yerde.
Unutmayayım diye buraya yazmış olayım.
***
“Bölgesel sorunlar, terör, etrafımızdaki ateş” vesaire vesaire.
“Reel politika”nın bin türlü meselesinden kalkarak hepimiz neden “barış”ın mümkün veya en azından kolay olmadığı üzerine saatlerce konuşabiliriz.
Yahut ne bileyim, konuşanları susturabiliriz!
Ama özünde tepedeki önerme (veya tespit) de doğrudur.
***
Bir insanın kendi ruhundaki “sürekli iç savaş” ya kendini bitirir yahut bir başkasının hayatı üzerinde patlar.
Ama “bir insan” yerine “bir otorite”, ne bileyim, “bir iktidar” olduğunda da ikisi geçerli olabilir.
Özellikle ikinci hal; yani “başkaları” üzerinde patlama, onları “bitirme” tutkusu ve gücü.
***
“Barış” o yüzden temelini önce bir otoritenin, bir iktidarın ruhunda bulmalı.
Nedir o ruh?
“Öteki” olandan nefret etmemek.
Eğer bir gücün “ideolojik” temeli, din, mezhep, etnisite, aidiyet, hayat tarzı açılarından başkalarına öfkeyle de örülmüşse, o ruhun bedeni barışla barışmaz kolay kolay.
Belki bir ciddi meselemiz böyle bir şey:
Nefret, intikam, kin, tiksintiyle dolup taşarken “barış, marış” telaffuz etmek.
Nefret ettiğin mezhep, köken, fikir, hayat tarzları vesaire ile kendi ruhunda barışamayacak kadar katı iken, barıştan ziyade tahakküm, dayatma, sindirme kollarsın çünkü!
***
O yüzden, umut zor iş.
İktidarın, kendi ifadeleriyle “Gezi, 17-25 Aralık, 7 Haziran” gibi endişeleri tansiyonunu ve tansiyonu yükseltmişti.
1 Kasım’ın bile bunu rahatlatması belki çok mümkün olmayacak.
Çünkü “Güç”ün “güçsüzlük” endişesi kadar, onu atlatmanın verdiği yeni güç de baş döndürür.
Ama bunlar 78 milyonluk bir ülke için iyi değildir.
İyi olmadığı, bu iktidardan çok önceki bir tarihin taşıdıklarının da bu memleketin aklını, ruhunu yara bere içinde bırakmasından belliydi.
Şimdi de öyle.
***
2007, bu iktidarın hakiki iktidar olamaması için “askeri baskı” ile “devlet yapıları”nın kuşatmasının son zirvesiydi.
O “anti-demokratik” hamleler sandıkta yenildi.
Ama esas yenilgileri “iktidarın hamleleri” ile oldu.
Yani bugün “aklanan” Ergenekon ve benzeri davaların ortaya çıkışı. İktidarın o davaların “savcısı” oluşu!
“Kumpas” ise o “kumpas”, anti-demokratik niyetler gerekçesiyle bir “iktidar tahkimi” olmuş, iktidarın elini güçlendirmişti.
O gün onların yargılanmasına eşlik eden iktidar ise bugün o tahkimatta yer alanları yargılıyor.
Tarihin böyle bir yüzü her zaman, her yerde vardır.
2007 sonrası “darbe heveslileri, muhtıracılar, iktidarı kuşatanlar”a karşı “operasyon” yıllarıydı…
Bugün de yine operasyonlar dönemi.
13 yıl bir türlü dindiremedi “iç” huzursuzluğunu!
Güçsüzlük korkusu da huzursuz ediyordu…
Gücün doruk noktası da huzurlu kılmıyor olmalı!
Çünkü bazen korkuların, endişelerin sonucunda coşan güç ve tahakküm, bazen de yüzde 50’ye rağmen, “Evet ama yetmez” diye huzursuzlanıyor olmalı.
Oysa askeri, dinsel-mezhepsel, etnik, sivil haklara dayalı içten ve hukuku olan bir barış ufkunun temeli bu “huzursuz” halin “bi dur”ması.
Gururlu olmak ile mağrur olmak arasındaki fark bile oralarda bir yerde!
Huzursuzluk uğursuzluktur çok zaman.
***
Gülten Akın “uğurlasın” o zaman bizi:
Sen yağmurlu günlere yakışırsın
Yollar çeker, uzak dağlar çeker, uzak evler
Islanan yapraklar gibi ışır yüzün
Işırsa beni unutma
Alır yürür sıcak mavisi gökyüzünün
Kuşlar döner uzun yağmurlardan sonra bir gün
Bir yer sızlar, yanar içinde büsbütün
Her şeye rağmen ellerin üşür
Üşürse beni unutma
Yeni dostlar, yeni rüzgârlar gelir geçer
Yosun muydum kaya mıydım nasıl unuttular
Kahredersin başın önüne düşer
Düşerse beni unutma