Acılar kardeştir!
Bu yazının ilk kısmından sonraki bazı bölümleri, cuma gece yarısı Paris’ten, şehrin en çok vurulan merkezinin çok yakınından yazmıştım, Habertürk’ün internet yayınında ve HTDokun'da çıkmıştı.
Her kelimeyi eklerken yazıya, ölü sayısına daha fazla ekleniyordu.
Dünyanın her yerinden insanların bulunduğu, hedef alınan siviller arasında Arapların, Müslümanların da doğal olarak yer aldığı, kimin kimliği ne olursa olsun, silahsız, sivil, savunmasız insanlara yönelmiş katliamda ancak insanlık umuduna kaçarsınız.
Ülkenizin birikmiş acıları, bitmeyen kanaması, paramparça insanları yanına, hiç bilmediğiniz, tanımadığınız insanları da koyarsınız.
Ah “kendi ülkemiz!”
Hiç öyle tepeden “Biz demiştik” böbürlenmelerine mahal yok; çünkü Işid, kimi önyargı yahut kimi yargıyla, ileride daha çok bela olacak şekilde, Türkiye’yle çok fazla anılıyor.
İster mücadele et, ister etme!
Batı dünyası, savaşları, işgalleri, düşmanlıkları, Ortadoğu ateşlerini yakıp körüklemeyi elbette tarihten silemeyecek.
Elbette parmağımız hep sömürgeciliği, emperyalizmi, işgalleri, despotlara destekleri, beslenen kanlı örgütleri de gösterecek.
Ama kan yerde iken, kimseye tarih dersi veremezsiniz.
Suruç ve Ankara’da olduğu gibi, Suriye, Irak ve Lübnan, Mısır ve Tunus’ta da olduğu gibi, sıradan insanların sevdikleri, canları, hayatları yatıyor.
Kahpece kurşuna dizilmiş, tekrar tekrar delik deşik edilmiş bir insanın üzerindeki örtü o yüzden tüm insanlığın ortak acısıdır.
Tekrar söylüyorum, Suriye’de ve Irak’ta da, Türkiye ve Fransa’da da.
Bu acılar; halklar, millet ve milliyetler, inançlar arasında kin, nifak, nefret ve kanı çoğaltmak isteyenlerin “kötülük dünyası”nı da şiddetlendirecek.
Irkçılardan, nefret söylemlerine; öfkeli önyargılardan masumların yeniden hedef alınmasına; demokrasi- insan hakları yerine faşizanlıkların gözde olmasına kadar.
Ama dünyanın her yanında, her mensubiyetinde öyle olmayanlar da var.
Acıların ortak olabileceğini, kardeş olabileceğini, dini, dili, milliyeti, mensubiyetinden ziyade, ortak duygusu ve öfkesi olabileceğini düşünen, söyleyen ve kötülüklerin tahakkümüne teslim olmak istemeyenler de.
***
Paris’te saldırıların olduğu bölgenin hemen yakınındaydım.
Bir vesileyle geldiğim kent birkaç saat önce başka türlüydü. Şimdi öldü!
O saate kadar mevsime göre sıcak bir cuma akşamıydı. Zaten hep canlı bir şehrin az sonra cansız düşeceğini kim bilebilirdi?
“Ortadoğulu” iseniz “bizim gibi”, her an her yerde insanların, şehirlerin cansız düşebileceğini biliyorsunuz. Yanınızda taşıyorsunuz zaten o duyguyu.
***
Çoklu saldırıların yoğunlaştığı Oberkampf-Belleville bölgesi, Paris’in mütevazı, çok kültürlü, çok etnisiteli ve son yıllarda gece hayatının canlılığıyla bilinen yerler.
Elde silah, belde bombayla ölerek öldürmeyi göze alan birilerine dünyanın her köşesi, her an hedef zaten.
O yüzden bu sadece “terör” değil, bir “savaş”ın coğrafi olarak da uluslararasılaşması.
Kirli savaşların şimdilik sonuncusu.
Suriye’nin (ve Irak’ın) kaderi üzerindeki tüm oyunların, sınırların ötesinden uzanan ellerin, niyetlerin öteki yüzü. Ve yakın tarihin görmekte olduğu en gözü dönmüş, sivilleri en açık biçimde hedef alan ve bunu “savaş”ın bir parçası gören bir yüz.
***
Suruç ve Ankara ile Paris, hepsi ile Bağdat, Beyrut, Batı Şeria hiç de uzak değil!
Sadece dünyanın herhangi bir yerindeki bir insanın bir ötekini algılaması zor oluyor.
Ancak şiddet, kan, acılar, masum insanların hedef alınması, katliamlar ortak bir mana çıkarabilmemiz için dürtüyor bizi.
Onda da, içimizdeki nefret duyguları, bir ötekinin acısına sırt çeviren veya daha ötesi, bayram yapan o tuhaf insanlık dışılıklarımız baskın çıkabiliyor.
***
Büyük, ışıl ışıl, sokaklarda yaşayan ve dünyanın her tarafından on binlerce insanın da bulunduğu kentin, panik atağa, korku tüneline, katliam mahalline dönüşmesi ve bunun “anında küreselleşmesi” için bir dakika, birkaç gözü dönmüş, birkaç silah ve bomba, canlı bomba yetiyor.
Her katliam mahalli o kadar küreselleşmiyor elbet.
Metrodaki bir reklam afişi, Eyfel Kulesi’nin çelikten yarısını bir Kalaşnikof gibi gösteren montaj bir gecede hakikat oluverdi adeta.
Sadece bir konser salonunda 100 ölüyle!
Şehir başka türlüydü; bir anda öldü.
Sabah ölülerine yakılan mumlarla uyandı!
Önce ıssızlık, korku hakimdi; sonra biraz canlandı.
Çok sayıda dükkan, mağaza kapılarını ya açmadı, ya erken kapattı.
Karanlığın düşmesiyle, insanlar kabuğuna çekildi tekrar.
Yakınlarını arayan, teşhis etmeye çalışanlar için çekilecek kabuk yoktu; her yerde, bizim ülkemizde de olduğu gibi.
Çünkü acı kolay kabuk bağlamaz!