Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Büyük adamlarımız, büyük meselelerimiz, büyük dertler, büyük öfkeler, büyük bilgilerimiz var.

        Lakin kaçımızın içinde şu 9 yaşındaki (yoksa 8 mi) kahraman mevcut?

        Cüretin devasa, cesaretin cüce olduğu zamanlardayız.

        Hiddet-şiddete tapılan, vicdana, hakiki mertliğe nanik yapılan devirler işte.

        Bir ötekini anlamak, anlamaya çalışmak bile zor geliyor; dayanışma ne kelime.

        Küçücük bir çocuk, evdeki tek büyük olarak herkese ders verdi canıyla.

        Pek anlamayacak, acıma, merhamet, vahvahların yanı sıra, “anne babaya öfke” ile kendimizi rahatlatacağız.

        Çoğumuz çocuklarını öyle “yalnız ve aciz” bırakmıyor değil mi?

        ***

        Buca’da, hep “Sıvasız hane” dediklerimizden.

        Sadece “sıvasız” değil; “elektriksiz, susuz”muş; borçlar ödenmediği için.

        Mum ışığında beş minik çocuk. En küçük 1 yaşında, en büyük abla 9.

        Anne-baba, boşanmakla meşgul. Evden epeyce uzakta, belki bir yakınları eşliğinde tartışıyor.

        Dört minik çocuk, Ata, Baran, Arda, Emir “büyük” abla Helin’e emanet.

        Kim bilir nasıl bakıyor, nasıl gözetiyor, nasıl seviyor kardeşlerini…

        Bilmiyoruz tabii.

        Anlamışsak ancak felaketten sonra anlayabiliyoruz.

        Umurumuzda olmayan çocukların felaketlerinden bir felaket daha.

        Elektriksiz evde yangın. Kundak şüphesi de var. Karanlıkta alevler. Beş yalnız çocuk.

        Tamam, anne-baba sorumsuzluğunu suçlayacağız ama daha yeni Kur’an Kursu’nda 6 çocuğu kül eden alevlerin sorumluluğu, hayatta her şeye karışan ama en temel denetimleri yapmayan “sorumlular”da değil miydi?

        ***

        Yangınla birlikte, 9 yaşında (yoksa 8 mi) bir çocuğun “annelik, babalık, ablalık” ve “insanlık” dersinin sayfaları alev alev önümüze düşüyor.

        Sadece 9 yaşındaki Helin (kimine göre Pelin) uykudaki üç kardeşini kaldırıp çıkartıyor.

        3, 5, 6 yaşında üç minik, ablaları sayesinde, sert, hoyrat, kızgın bir hayatın kenarına parmak ucuyla olsun tutunuyorlar.

        Abla, söylenene göre, onları yakınlardaki bir hastaneye gitmeleri için bile uyarıyor.

        Helin’in insanlığı, dayanışması, sorumluluğu, kahramanlığı” bitmiyor.

        Evde 1 yaşındaki en küçük, Emre kalmış.

        9 yaşındaki kahraman, sıvasız, susuz, elektriksiz yangın yerine geri dönüyor; en küçüğü de kurtarmaya.

        Derme çatma çatı üzerlerine çöküyor. Kardeşiyle birlikte, orada… Onu da kurtaramadan…

        ***

        Okula bile gidemiyormuş Helin. Söylenene göre, henüz iki hafta önce, o da çevre baskısıyla okula yazdırmışlar.

        Yani bu insanlığın mektebi de yok!

        Bu kahramanlığın kitabı da yok!

        Bu kalbe, yüreğe, vicdana, sevgiye, sorumluluğa dair bir şey.

        Her gün hiddet-şiddet-nefret diliyle, her gün bir ötekine bilenerek idrak edilen bir “insanlık türü” için ne kadar yabancı bir lisan!

        ***

        Ötede bir buluşma” varsa, belki Emine Hanım, Helin ile Emir’e annelik eder.

        Öyle ya, o da ısıtamadığı iki çocuğundan utanıp onları geride bırakarak bir ipin ucunda gitmişti.

        Emine Akçay, son 6 lirası ile oduncuya gitmiş, oduncu ona parasının yettiğinden az fazlasını vermiş, ama ıslak odunlar evde yanmayınca lastikle tutuşturmaya çalışmış, o da olmayınca…

        6 yaşındaki İsa’nın eline saç kurutma makinesini tutuşturmuştu, 7 aylık kardeşi Kardelen’i ısıtsın diye. Üç günlük açlığı ve soğuğu bastırsın diye.

        Sonra bir ip alıp tavana bağlayıp sandalye üzerine çıkmış…

        ***

        O günlerde o günlerin Başbakanı diyordu ki, “Büyüme rakamında Çin’den sonra ikinciyiz. Bununla iftihar etmemiz gerekirken birileri intihar ediyor. Biz acıyoruz. İntihar etmeyin iftihar edin. Siz bize lazımsınız.”

        ***

        Emine Akçay, İsa ve Kardelen’i sık sık anmışım.

        O ilk yazı Kardelen ve İsa’yla birlikte donup kalmıştı:

        Birkaç saate 6 TL, yakamadığın odun, üç günlük açlık, bir lastik parçası, bebek Kardelen’i ısıtsın diye minik İsa’nın elinde bir saç kurutma makinesi, sığdırabiliyorsanız…

        Muhtemelen o ağır hayat da birden hafifliyor.

        Bir kuş oluyor bedeniniz; bir serçe, yüreğiniz.

        Sıkıştığı kafesten çıkıyor.

        İsa ile Kardelen’i öpüyor.

        Bir ipe tutunuyor.

        Bir tavana asılıp göğe yükseliyor.

        Belki hepimiz hayata bir de oradan kuşbakışı bakalım diye.

        Böyle her hikayenin sadece sonuna üstünkörü bakıp kapağı kapatan piyasada, 6 liraya sıkışmış bir hayat hiçbir ‘odun’u bu halleri anlamaya, Kardelen’ini azıcık ısıtmaya ikna edemez.

        İsterseniz bir de başı açık mı örtülü mü diye tartışın.

        Bir de İsa olun, Kardelen olun isterseniz.

        Karşınızda üşümüş soba, midenizde hiçbir lokma, elinizde saç kurutma; baba gurbette ekmeğe asılı, ana öylecene tavanda!”

        ***

        Helin, sıvasız hanelerin son kahramanı, sarıl kardeşine, huzurla uyu evladım!

        Diğer Yazılar