Bayramdan bayrama, matemden mateme tefekkür!
Ramazandan bayrama, “İslam Alemi”nde İstanbul, Dakka, Bağdat katliamlarıyla vardık.
Sadece onlar değil tabii.
Ama bu menzile nasıl vardık?
Bayram hangi coşku, hangi kutlama, hangi dayanışma, hangi kardeşlik, hangi umutla idrak edilecek, bunu cevaplamakta benim bir iddiam yok, elbet konunun uzmanları vardır.
***
Bu arada iki yılda, onca katliam ardından Ankara da “Işid veya Daeş acaba nedir? Ne olabilir? Müslüman mıdır? Olabilir mi? ” gibi sorularla uğraştı.
İki yıl önce tam bu mevsimde, bir ay kadar önce, Musul Konsolosluğu Işid tarafından teslim alınmış, bayrak indirilmiş, yahut Ankara’nın emriyle “mukavemetsiz teslim” edilmişti.
Konsolosluk mensupları ve aileleri ile koruma personeli, 49 kişi de rehin alınmıştı.
İşte o günlerde, belki de aşırı temkinle, Ankara “Işid’in Müslüman olup olmadığı” sorusuna dahi gelmemiş, “Müslüman’san böyle yapma süreci”ni yürütmekteydi.
İki yıl önce, şu günler, o dönemin bayramında “Resmi tezimiz” şuydu::
“Buyrun, Irak’ta maalesef Işid diye bir örgüt 49 tane vatandaşımızı kaçırdılar. Bunun size sağlayacağı bir fayda yok ey Işid. Bir Müslüman bir Müslüman’a zulmetmez. Ey Işid, bizim bu 49 vatandaşımızı serbest bırakmanız gerekir. Eğer Müslüman’sanız, ne Müslüman’a ne savunmasız insanlara zulmetmeniz doğru değil.”
***
Işid bu soruya tam ne cevap verdi bilinmiyor ama bir süre sonra adına “operasyon” denen bir işlemle “rehineler” serbest bırakıldı.
Onları karşılayan “o dönemin Başbakanı” Davutoğlu da alınlarından öptü.
Daha sonraları, sınırda Işid elemanı kovalarken rehin alınan Özgür Astsubay ise, yine “o dönemin Başbakanı” Davutoğlu’nun “Milletimizin, TSK’nin, ailesinin gözü aydın” müjdesiyle teslim alınmış, ancak bir süre sonra, “Mukavemetsiz teslim olup terör örgütü propagandasına alet olmak”la suçlanarak, biri bebek, iki minik çocuğuyla ordudan atılmıştı!
***
“Işid’in Müslümanlığı” meselesi daha sonra Yeşilay çerçevesindeki bir toplantıda radikal biçimde ele alındı:
“Bunların Müslüman olduğuna inanmıyorum. Aralarında uyuşturucu bağımlıları var.”
Burada da kesin bir teşhis ve önerme olmamakla birlikte, bir kanaat, bir inanç yahut inanmama çıkışı vardı; ki yeni bir yaklaşımdı.
Dileyen bu inanmamayı, yine devletin “Bir Müslüman bir Müslüman kardeşine bunu yapamaz. Bir Müslüman bir Müslüman’ı Allahu Ekber diyerek öldüremez” önermeleriyle de birleştirebilirdi.
Son ikisi de “inanç” ve kanaat meselesiydi elbette; ancak şöyle bir tartışma muhtemeldi:
1.Müslüman olduğu için bunları yapması yanlış.
2. Bunları yaptığı için Müslüman olmayabilir.
Görüldüğü gibi devletin resmi tezi, birkaç bayram arasını henüz “Işid’in Müslüman olup olmadığı” konusunda net bir tespitle idrak edemedi.
***
Bu bayrama geldiğimizde ise, İstanbul Havalimanı Katliamı, derken Dakka, derken Bağdat’ta Ramazan-Bayram alışverişindeki 150 kadar insanı katleden bomba…
Devletin resmi tezi daha net şekillendi:
“Işid, İslam’a ve Müslümanlara savaş açmıştır.”
***
“Her gün kuş misaliyiz” diye Tweet atan Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek hakikaten doğru söylüyor.
Bir gün orada iktidar, bir gün şurada. Bir gün öyle, bir gün böyle.
Eşi belki haklı olarak sitem etmiş, “Doğum gününde oğlunun yanında olamadıktan sonra…” diye, ancak oğulları için bu kadar çok “ölüm günü” yapan bir memlekette, bayramda evlatlarının, sevdiklerinin kabirlerine veya paramparça hatıralarına sarılan onca ana, baba varken, “evladınızın yanınızda, onu bırakın hayatta olması” bile bayram gibidir!
“İyi bayramlar” derken, iyiyi kötüyü unutmamak, ayırabilmek umuduyla!
HER BELA SERBEST, ŞU HELA YASAK!
Türkiye’nin, devletin en sıkı ikiyüzlülüklerinden biri, “kahraman” diye kutsadıklarını bile özünde aşağılaması.
Bunları çok yazdım ama yamakla bitmiyor.
Çünkü “ilgili ve yetkililer” de sabit kalemle yazıyor.
Misal, yine bir askeri birlikten, yine bir “Tuvalette bile ayrımcılık” yazısı:
Bu Helaya Uzman Erbaşlar Giremez!
O sırada yüzlerce “şehitlik” bir kafileye ikişer ikişer daha uzman çavuş eklenmiş, lakin fark etmiyor. O yazı yazılıyor, o yazı orada duruyor, o yazı hiçbir şeyden utanmıyor. Ne cumhuriyetçiliğinden, ne demokrasi falan filandan, ne insanlıktan, ne peşpeşe dizilmiş tabutlardan.
Her belaya girmeye hazır olacaksın ama her helaya giremezsin Memet!
Kapısında nöbet tutabilirsin ama bir orduevine de giremezsin; minik evladını bir çay içmeye, yaşlı babanı bir sıcak çorba ikram etmeye kapısından sokamazsın.
O vakit, kahraman dediğine bile bunu makul görebilen bir hiyerarşi, otorite ve devlet-hükümet-millet düzeninin, bir de sevmediğine ne ettiği, neden ettiği, nasıl ettiği üstüne düşünmek lazım Kazım; ama o da mümkün olmuyor.
Memleketin, bir ötekini düşman gören tüm mazlumlarına, tüm mağdurlarına, tüm sıvasız hanelerine de hiç olmazsa umutlu bir bayram dilerim; başka ne diyeyim.