Belki yeni Türkiye biraz böyle bir şey olabilirdi!
“(YAZAR) düşüncelerinden dolayı çok ağır bedeller ödedi.
Kemikleşen önyargılar ve tahammülsüz anlayışların bedelini tüm Türkiye ödedi.
Eleştiriye tahammül olmadan yol alamayız.
Söz olmadan, yazı ve fikir olmadan uygarlık iddiamızı gerçekleştiremeyiz.
Farklı düşünmek asla birbirimizi anlamaya, en azından anlama çabasına mâni olmamalı.
Demokrasinin temeli tahammül duygusudur.
Farklılıklar arasında diyalog geçerli olmalı.
Bugün mutlulukla ifade ediyorum ki Türkiye artık ne Çetin Altan’ı 300 kez mahkeme kapılarına çağıran ve düşünceyi mahkûm eden bir Türkiye’dir; ne de Nâzım Hikmet’i 12 yıl boyunca hapishanelerde tutan Türkiye’dir.
O algılarıyla vehimler üreten Türkiye yerini özgüvene bırakmıştır.
Hüviyetimizi koruyarak uluslararası camianın saygın bir üyesi olacağız.
Türkiye taşıdığı yüksek değerlerle modern dünyanın bunalımlarına çareler üretebilecek bir ülkedir.
Türkiye daha fazla özgürleşecek, daha fazla demokratikleşecek, kalkınacak.
İstikrar, demokrasi ve hukuk devletinin eksiksiz işleyişi çok büyük önem arz ediyor.
Hepimiz bu ülkenin insanlarıyız. Her şeyden önce birbirine saygı duyma zorunluluğumuz var.
Çetelerle mücadelede hukukun üstünde yükselmeyi konuşuyoruz. Ülkenin içe kapanması için hile ve tuzak siyaseti kurulmasını istemiyoruz.
Türkiye tam demokrasiyi hak etmeyen bir ülke olamaz. Son 6 yıldır bu amaçla bütün dünyada mekik dokuyoruz.”
***
Başbakan bu konuşmayı 2009 Şubat başında “Yazar Çetin Altan”a büyük ödülü verirken yaptı ve “İyi ki varsınız. İyi ki yazıyorsunuz” diyerek bitirdi.
O sırada bir başka “Yazar” ve bir başka Erdoğan; Aslı Erdoğan mesela, “Taş Bina ve Diğerleri” kitabını yeni yayınlamış, o kitaptaki öykülerden “Mahpus” ise, henüz kendisi de bir mahpus olmadan 6 yıl kadar önce Fransa’da filme çekilmeye başlanmıştı.
Türkiye Başbakanı’nın “Yazar Çetin Altan”a ödül verirken “bedeller”den bahsedişi gibi; birkaç yıl sonra Norveç’te, Norveçli kadınların seçme ve seçilme hakkını alışının, yani “tam demokrasi”nin 100’üncü yılı dolayısıyla ilk kez konan Büyük Ödül Aslı Erdoğan’a verilirken de şöyle gerekçelendirilecekti:
“Hapsedilme riski, dışlanma ve sürgün gibi ödediği ağır bedellere rağmen, tüm edebiyat hayatı boyunca haksızlık ve bastırılmışlığa karşı sergilediği kararlı duruşu ve anlattığı şiddet ve toplumsal ayrımcılığa maruz kadınların hikâyelerinde, kendine has şiirsel ve büyülü tarzı...”
***
Tarihi ileri-geri sararsak; Erdoğan, Erdoğan’ın “Yazar düşüncelerinden dolayı çok ağır bedeller ödedi. Türkiye artık ne yazarlarını mahkeme kapılarına 300 kez çağıran, ne yıllarca hapse mahkûm eden Türkiye’dir” deyişinden ve “Mahpus”un yayınlanışından 7 yıl, “Mahpus”un filme çekilişinden 6 yıl kadar sonra...
“Yazar” yine “Mahpus” olacaktı!
***
“Artık yazarların hapsedildiği Türkiye değil” müjdesine, “Geçmişte paranoyalar bizi ayırdı” denerek başta Suriye olmak üzere iyi komşuluk ilişkileri, derken “Bir daha o kanlı günlere dönmeyeceğiz” vaadiyle “çözümbarış” ufkunu da ekleyin...
“Yeni Türkiye” esas öyle bir şey olabilirdi belki.
Biraz olsun!
Korkular, acılar, hapisler, ezalar, şiddet, hiddet, katliamlar, paramparça çocuklar, darbeciler, her köşede “teröristler”, içe kapanmalar, tedirgin sınırlar yerine...
Hakikaten epeyce de farklı, epeyce de yeni bir şey olabilirdi!