Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir ülke, bir halk bir darbeyi yenebilir; oradan daha fazla demokrasi umutları doğurabilir.

        Bir ülke, bir halk faşizmi yenebilir; oradan capcanlı bir demokrasi deneyimine geçebilir.

        Bir ülke, bir halk işgalcileri, sömürgecileri, emperyalistleri yenebilir; oradan yeni bir ufka yönelebilir.

        Ancak, bir ülkede, bir halkın çoğunluğunun tercihi olan bir iktidar partisinin kendi kendisini durmadan yenmesi galiba başka bir şey.

        Oradan bir türlü bir yere geçemiyorsun.

        Orada esasen iktidarın kendisi de sıkışıp kalıyor.

        Önce korkularının esiri oluyor belki; sonra korkacak bir şey kalmıyor yahut kalmasın diye bu kez kendi gücünün de rehinesi oluyor.

        Ben böyle düşünüyorum.

        Belki siz öyle düşünmüyorsunuzdur.

        ***

        AKP bu ülkede “eski ağırlık merkezleri”ni yendi; kibirli beyaz sermayeyi, kibirli beyaz medyayı, kibirli paşaları, kibirli bürokrat, profesör, yüksek yargı camiasını.

        AKP kendisini küçümseyen “Batı”yı da yendi.

        Seçmenini aşağılayan, ötekileştiren, dışlayan, hor gören kibirli ideolojileri, kibir kurumlarını, kibir sosyolojisini de.

        Milliyetçileri de yendi, cumhuriyetçileri de, (şimdiki gibi) eski darbe heveslilerini de.

        Bütün bu galibiyetler sırasında elbette muhafazakârlıktan, elbette dışlanmışlıktan, elbette çevreden büyüdü ama tüm bu galibiyetlerin ana teması “adalet ve demokrasi” oldu.

        Dışlanmış, itilmiş insanlar için; onların inanç ve hayat tarzları için; çocukları için; girişimleri için; devlette bir yer bulabilmeleri için; kafadan rejim önyargılarıyla ezilmemeleri için; onların seslerinin de medyada çıkabilmesi, duyulabilmesi için “tabii ki.”

        “Muhafazakâr-demokrat AKP” bunun dış garantisini, dış anlayışını ise, o sıra “Neo-muhafazakâr ABD”de değil, “sosyalistlerin, Yeşillerin, sosyal demokratların desteği”yle “demokrat AB”de buluyordu!

        Bunun varlık ve gelişme koşullarını; İran, Irak, Suriye, Balkanlar, bir bakıma Rusya,

        Kafkaslar ile “iyi komşuluk, bol ticaret”te buluyordu.

        “Cihanda sulh”u tamamlamak için, “ne pahasına olursa olsun, yurtta barış için çözüm” de bulacaktı.

        “Vicdan, inanç, düşünce, ifade, basın özgürlükleri” daha önce sesi kısılmış olanların ağzından düşmüyordu!

        ***

        İktidar, aradaki muhteşem darbe direnişi ve darbeye karşı “demokrasi bayramı”na rağmen esas kendini yeniyor.

        Orada savaşla, şurada sorgusuz sualsiz temizlikle, ötede sınır ötesiyle, bunca yazarı, gazeteciyi, eleştiri yapanı kazımaya adanmış bir hiddetle esas kendini yeniyor.

        “Suriye meselesinde bütün o tehditlerin, bütün o korkuların boşa olduğu ortaya çıktı. Düşman üretme politikasından yarar değil, zarar gördüğümüz ortaya çıktı. 7 yıl önce neredeydik, şimdi neredeyiz. Gelecek nesiller bunu hayırla yad edecek. Bu bölge barış bölgesi haline gelecek” diyen kendini, ama mecburen, ama taammüden yeniyor.

        ***

        “Çözüm için her yola başvururuz. Baldıran zehri içmekse, içeriz. Yeter ki bu ülkeye huzur gelsin. Savaş kolay, barış ise zordur. Biz zora talibiz. Uzun ince bir yoldayız, gidiyoruz gündüz gece. Kanın durması için inisiyatif almayanlara bulaşacak her damla kan. Biz kanı durdurmak için çırpınacağız. Bir tek gencimizin burnu kanamasın diye çırpınmaya devam edeceğiz” diyen kendini, ama mecburen, ama taammüden yeniyor.

        ***

        “Eleştiriye tahammül olmadan yol alamayız. Söz, yazı, fikir olmadan uygarlık iddiamızı gerçekleştiremeyiz. Demokrasinin temeli tahammül duygusudur. Mutlulukla ifade ediyorum ki, bugün Türkiye artık ne Çetin Altan’ı 300 kez mahkeme kapılarına çağıran ve düşünceyi mahkum eden bir Türkiye’dir, ne de Nazım Hikmet’i 12 yıl boyunca hapishanelerde tutan bir Türkiye’dir. O algılarıyla vehimler üreten Türkiye yerini özgüvene bırakmıştır” diyen kendisini; onca gazeteciyi, yazarı, eleştiri sahibini, bu arada o gün orada babalarına “Düşüncelerinden dolayı çok ağır bedeller ödedi” denerek verilen ödülü paylaşan “Çetin Altın’ın oğulları”nı da bayram cezasıyla içeri atıp “subliminal darbeci” yaparak, binlerce öğretmeni, akademisyeni, memuru işinden, aşından, hayatından, haysiyetinden kolayca ederek de yeniyor.

        ***

        Her galibiyet, galibiyet değildir. Hele kendi kendini de yiyorsan, yeniyorsan.

        Galibiyetlerin değeri; bağımsızlık, adalet, eşitlik, huzur, umut, hakkaniyet, hakikat, hak ve özgürlükler içinse vardır. Eskisi gibi, bir adım, bir gıdım daha demokrasi içinse bir kıymeti olur! Çünkü Tarih o tarafından bakar.

        Biliyor musunuz; hiçbir zaman çok geç olmaz. Öyle umarız hiç değilse.

        Diğer Yazılar